29 Temmuz 2010 Perşembe

Türk Dizileri


Yapı olarak elektronik geçmişi olan bir insan oldugumdan, ne kadar telefon kullanmayı 23 yaşında ögrensem de, tv ve bilgisayara karşı acaiyip ilgiliyimdir. 48 saat tv karşısında kaldıgım zamanlar olmuştur, izlemedigim nadir diziler ve filmler olmakla birlikte bu başarımı sizinle paylaşmak istedim, velakin çok da sikimdeydi diyeceksiniz. Ben bunu diyeceginizi bildigim için baştan tavrımı koymak istiyorum size. 'oraya gelirsem azının ta orta yerine sıçarım' - bu konuda anlaştıgımıza göre anlatacaklarım var dinleyin.

şimdi ben yıllardır csi:ny izliyorum, ondan evvel discovery channel ve crime channel'da ilgili programlar izlerdim. Yani entelektüel biriyim anlayacağınız, haliyle gossip girl'ü de izlememiş insanları kendime yaklaştırmam, o yüzden uzatmadan direk konuya girmek istiyorum, biz de ki çakmasıyla karşılaştırırken blake lively gibi bir hatunun oynadığı rolü, koskoca Türkiye Cumhuriyeti' nde sinem kobal gibi bir anguta vermişlerse, milletçe daha gidecek çok yolumuz var demektir inanın. Lan sende mi izledin diyeceksiniz -ki evet bi kaç bölüm izledim. Ama hala asker de olsaydım inanın bütün bölümleri izlerdim. Tamam her şey çakma bariz, liseli kızların giyinişleri, arabaları, onları hepimiz biliyoruz, ben zaten lisede hep arabamla giderdim okula, ehliyeti de 7 yaşında verdiler bana. ama benim uyuz oldugum nokta şu iki tane fakir kılıklı velet, i phone u olan fakir mi olur mına koim. Maçka da nefis bi ev, nasıl fakirsiniz anlamıyorum ki. Ayrıca şu dialogu da yazmadan edemiyecegim.

-ben su, kayboldum
-tamam nerdesin?
-bilmiyorum.
-kıpırdama, geliyorum.

Mutfaktan salona geçiyor sanki pezvenk. Sanırsın telefonun da yer tespit edici var.

Neyse bir diğer dizimiz de csi:ny çakması kanıt dizisi. Ulan ben senelerdir polislerle içli dışlı bir adamımdır, hiç olaylara böyle yaklaştıklarını görmedim. Bizim türk polisini ben 1 mayıs da görürüm ( onuda zorla götürüldükleri için) bi de kahvelerden çorba parası alırken. İşi gücü yok adamın bi de olay yerine mi gidecek.

- amirim olay yerinden geliyoruz
- evet neymiş olay ?
- of of ne olaylar çıkmış ne olaylar
- nasıl yani ?
- ohooo anlatmakla bitmez.
- söylesenize olum
- söylenecek gibi değil
- yine gitmediniz dimi lan olay yerine ?
- ehe he kahvede pişpirik oynuyorduk.

Aha size bariz olay yeri türk polisi. Zaten hiç bir şeye zamanın da yetişemediğinden mecbur sonradan inceler bizim türk polisi olayları.

- amirim olay yerine geldik
- heh !
- burada fosiller falan var
- biraz geç gelmişsiniz sanırım
- evet baya bi geç gelmişiz.
- e dönün bari
- orayada gecikmeyek şimdi ?
Böyle dialoglar olsaya süper reyting yapar. Ehuhu mehuhu

Bilakis olayı görmemekte de üstüne yoktur bizim suç mahali polislerinin.

- amirim burada birkaç kurşun çekirdeği buldum.olayla ilgisi var mıdır?
- sanmam.biri düşürmüştür, herhal. onu al kolye yaparız.
- peki bu silahı ne yapalım?
- olayla bir ilgisi yoktur bence; at gitsin.
- benim olsun mu amirim, çok güzel yaa?
- olsun mına koim.

Diyeceğim o ki; burdan türk dizi yapımcılarına sesleniyorum.
- Nenenizin emine koim.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

İş Başvurusu.


Yığınla gittim bunlara. Çok büyük kurumsal şirketlerden tutun da köhne bir binanın ikinci katını kapatan yerlere kadar. İş yerini bulmak için dudullu, ümraniye sokaklarında kaybolduklarım da oldu. Sırasıyla insan kaynakları sorumlusu, insan kaynakları müdürü, departman müdürü, genel müdür, şirketin ceo'su olan bıyıklı amcalara kadar, türlü salak soruyla karşılaştım:

- En beğenmediğiniz özelliğiniz? ( en beğenmediğim özelliğim toplum içinde zort zort osurmaktır)
- Kitleleri peşinizden sürüklediğiniz bir olay var mı? (he var, halı saha maçı düzenliyorum her hafta)

(demek isterdim ama)

- en beğenmediğiniz özelliğiniz? (çok dürüstümdür)
- kitleleri peşinizden sürüklediğiniz bir olay var mı? ( lider ruhlu biriyimdir, kişilere hitap etmesini bilecek bilgiye sahibim)
gibi yalanlar oldu.

Uzmanların dedigine göre gözlerin önemli bir rol oynadığı görüşmelermiş bunlar, zaten mantıklı olan da o. Adı üstünde görüşme, elle olsa elleşme, ağızla olsa yiyişme derlerdi dimi ama. Ehi he.

Görüşmeler olumlu geçtiyse genelde son olarak şöyle bir soru sorarlar: 'peki sen kendini 1 yıl sonra bu şirkette nasıl bir yerde görmek istersin?
en sinir eden sorudur bu, aslında genç ve güzel olan personel müdürüne kendimi 1 yıl sonra sizin kollarınızda görmek isterim demek istersin o an.

Görüştügünüz o insanlar hepsi bir sevimli hayalet casper tadındadır, herkes bir amerikan futbol takımı kaptanıdır ve görüşme tam bitecekken, tam kurtuluyorum derken;

- Sizi neden işe almalıyız ?
- Fuck.

13 Temmuz 2010 Salı

Asker de İlk Gün.


Daha acemi birliğine teslim olalı sadece 5 saat olmuş üstümüz hala sivil, levi's jean, adidas ayakkabı filan, o derece yani. Neyse sağ ve sol kola iğneleri yedikten sonra verilen kamuflaj ve botları sürükleyerek man kamyon tepesinde bir binaya gelmişiz bir takım sayım-kıyım işleminden sonra bizi bi koğuşa getirdiler tabii herkes birbirine fransız. Aynı mahşer günü gibi, herkes mala bağlamış çaresizce birbirine bakıyor. Yol yorgunluğunun vermiş olduğu ağırlıkla ve 'free takılırım ben istanbul çocuğuyum' raconu kesmek için bir ranzanın üst kısmında inceden uykuya dalmışım. Haliyle rüyalar alemindeyim ama nasıl bir kaderse rüya barda geçiyor kızlar filan, manitalarla beraber takılıyoruz (platonikler de dahil buna, anjelinacıgım sende dahilsin) ortam yıkılıyo tiesto falan çalıyor kendimizden geçiyoruz, alkol 300 promil. Sonra derinden bi ses yankılanıyo kulaklarımda ' Kalk Lan ordan yorram, benim yerim orası' diyen doğu aksağanlı 3 e 5 bi çocuk.
Ben noluyo lan edasıyla uyanır uyanmaz acı gerçeğin ekşi tadı damaklarımda beliriverdi.
-Peki diyebildim. Peki nedir ya.

Sonrasında kalorifer önüne uzanan kediler gibi sinmişim bi yere, lakin uyku denen bir şey yok sürekli tedirginsin, sabaha kadar malak gibi bekliyorsun. Benim gibi anarşik ruhu olan biriyseniz ve saçınızı kesmeden gitmişseniz askere, ilk olay şudur hemen belirtiyim. Bi tane berber ocağına götürülürsün: sana kötü yola düşmüş ispanyol orospusu gibi bakar o saç kesen eleman, köydeyken mesleginin koyun kırpmak oldugunu övüne övüne anlatır sana. Sonrasında moralin bozuk bi köşede sigara içmek için ecel teri dökerken, askerliginin son dönemini yaşayan usta askerler sinsice yaklaşırlar yanına, ve gariptir ki senden 3, 5 yaş küçük olmalarına ragmen bir abi havası takınırlar.

- Üzülme yiğenim. Burada sessiz olursan ezilirsin gibi ögütler filan. Sonrasında, bi cügara virsene.
- Al.
- Burada bagırıcaksın yigenim, dışarda bagırana deli burada susana deli denir. Arkadaşa da bi cügara virsene.
- Al.
- Burada akşam 5 olunca komutan biziz, herkes gider biz kalırız. O yüzden komutanları değil bizi dinliceksiniz. Bi cügara da virsene, kulak arkası yapim.
(Ananın amı, içimden söylüyorum tabi)
- Peki.
- Hadi torun görüşürüz, diyerek uzaklaşan şen kahkahalar duyuyorum sonra.

Usta olan askerlerin sözlerini dinleyerek, komutanlar ne derse deli gibi bagırıyorum. Bağdemciklerim hop dışarda hop içerde, hava da deli gibi soğuk. Rahat 250 kişi rahat varız berbat da bi kar yağışı, rütbeleri de yeni ögrenmişim, bi tane astsubay geldi sundurma altında toplaaan diye bi haykırdı ki, sanırsın anasını skiyolar, herkes girdi sundurmanın altına ben malım tabi en sona kaldım, tam astsubayın önündeyim, adam gibi oturun ses istemiyorum dedi ve bana dönüp yerdeki şu izmariti al at len dedi, sevindim bi an benimle iletişim kurdu diye, ordan biri emredersiniz komutanım çaktım ki aman allahım tabur inledi, demez mi sonra, tabi emredecem y....rrram, yalvaracam mı sana demesiyle bir kahkahalar uçuştu ki havada, hiç böyle utanmamıştım.

- Peki, dedim onada.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Hafta İçi Her Gün.


Ortaokul yıllarım. O bedbaht günü hatırladıkça hala tam şuram sızlar. Bir sabah her zaman ki gibi pastaneden iki poğaça ve bir adet vişne suyu almış, okul yolunu tutmuştum. Benim okula gitme nedenlerimden biride, o iki adet poğaça ve bir adet mevye suyunu gönül rahatlığı ile mideye indirmekti zaten, yoksa hiç sevmezdim okulu filan, fakat aç olan sıra arkadaşlarımdan bir türlü bu isteğimi gerçekleştiremiyordum. Sürekli benim o iki adet poğaçam ve zar zor para denkleştirerek aldığım bir adet mevye suyumdan faydalanıyorlardı. Ben ortaokuldayken iyi bir çocuktum ama. Yiyeceklerimi arkadaşlarımla paylaşıyor, öğretmenimin gözüne ışıldayan gözlerle bakıyordum. Hatta ara sıra okulun arka bahçesinde şirinleri bile görebiliyordum. Ama bir yerden sonra kapitalist sistem beni de etkisine almıştı, aa yeter lan sikerim böyle işi diyip, poğaçam ve meyve suyumu tek başıma yeme istegine karar verdim, sokarım şirinlere de, ışıldak gözlere de, demeye başladım. Poğaçalarımı kendim tek başıma yemek istiyordum, kendiminkilerle birlikte arkadaşlarımınkini de yiyim diye düşünmeye başlamıştım. Planlar yaptım, ve pastaneden aldıklarımı okulun en kuytu yerlerinde tüketmeye karar verdim. Kendi poğaça ve böreklerimi bu şekilde okulun en kuytu yerlerinde tüketiyor, daha sonra sınıfa çıkıp arkadaşlarımın poğaçalarından da yiyordum. Bu sırada içimden hain kahkahalar atıyor, yaptığım bu kötülüğün verdiği haz ile orgazm çığlıklarına boğuluyordum. Ama kimse bilmiyordu. Neyse, yine böyle bir güna, ben okulun en ücra köşesinde poğaçamı ve meyve suyumu mideye indirirken, sınıf arkadaşlarım uzaktan göründü. Bana doğru geliyorlardı. Bana baktılar, ben onlara baktım. sonra çılgınlar gibi birbirimize koşup seni seviyorum dedim, tabi gönül böyle olmasını isterdi tıpkı filmlerdeki gibi ama öyle olmadı, yaklaşık bir 20 saniye böyle birbirimize bakakaldık. Yapacağım en akıllı hareket, kalan son poğaçayı bütünüyle yutmaya çalışmak olacaktı. Gözlerimdeki bu hayvani düşüncenin farkına varan arkadaşlarım, ' boğazını tutun boğazını migdeye gitmeden yakalayalım ' diyerek bana doğru koşmaya başladılar. Gözüm dönmüştü. Düşündüğüm gibi kalan son poğaçayı bütünü ile ağzıma soktum. Arkadaşlarımın az önceki çığlıkları, bu hareketimden sonra yerini ' zehir zıkkım olsun ' feryatlarına dönüştü. Tam bu sırada bana tekme ile uçuyorlarken, az önce yuttuğum poğaça burnumdan sümükle beraber çıktı. Şok olmuştum.

Arkadaşlarımda şok olmuştu. Yoldan geçen bi kaç kişide şok oldu, derken bu virüs ülkeyi kapladı, şok olan olana inanır mısınız, onu başka bi zaman anlatıcam ama, neyse, böyle bir karenin ana kahramanlarından biri olmaktansa, ölmeyi tercih ederdim. Hem bu gizli yaptığım şey ortaya çıkmış, hem de, bütünüyle yuttuğum poğaçanın burnumdan sümükler ile çıkmasına arkadaşlarım tanık olmuştu. Ölüm gibiydi benim için. Yakalanmak bir şey değil, son anda yaptığım hayvanlığı görmeleri idi benim için sorun olan. Acaba ne yapabilirim diye düşündüm. Bunumdan çıkan poğaçaları elime alarak arkadaşlarıma döndüm ve ' bakın size de ayırdım yemez misiniz?' 'dedim. onlarda ' siktir git lan şerefsiz ' dediler. ' peki ' dedim ve oradan uzaklaştım. O ışıldayan gözlerle öğretmene bakan çocuk, yitip gitmişti o andan sonra. Şirinleri de görmemeye başlamıştım. Ayrıca sokıyım şirinlere, mına kodugumun mavi şeytanları, olayın en acı tarafı ise, poğaçaya zam yapmıştı gaddar pastaneci. Poğaçaya yapılan zam ile, o küçücük yaşta hayatın ne kadar hayvanoğlu hayvan olduğunu anlamıştım.

İşte böyle gönül dostlarım. Hayat çok ipne.

2 Temmuz 2010 Cuma

Nice Mutlu Senelere.


J
ohann Christian Friedrich Holderlin
´
in bi şiirini okudum geçende. Yalnız ne uzun ismi var dimi, zaten benim de sizin gibi şiiri değil ismi çekmişti hemen dikkatimi. Şöyle başlıyor. 'Çocukken ara sıra kurtarırdı bir tanrı beni. İnsanların bağırışlarından ve sopalarından; masum rahat, oynardım o zaman' diye devam ediyor. Malum yeni yaşımı doldurmanın ebleh sevinci içindeyim, sanki bi bok olmuş gibi. Neler geçirmişim diye şöle bir baktım da tarihe;

Günlerce odanın bir koşesinde el sürülmeden duran oyuncagını misafirin çocugu isteyince, çıglıklar koparan ve 'ben ep onlan hoynuyom' diyen çocukluğum.

Annesinin en steril koşullarda yaptıgı bulgur pilavına 'hep sevmedigim yemekleri yapıyorsun' diye hönkürüp, gidip yurt odalarında veya asker de tabldotlarında son bulguru parmagıyla dilleyen gençligim.

Babasından aldıgı 100 milyonu 2 günlük harçlık gibi görüp, aldıgı ilk maaşın 100 milyonuyla gelecek hayalleri kuran diger genç.

Malum yaşlanmadık daha, parıl parıl parlıyoruz. Yalnız 26 oldu be, ne kadar özledim ulan seni velet bi bilsen.
He bi de;
- Abi hatırlıyor musun, sonra gidip ayşe teyze'yi dikizliyorduk?
- Ulan söylenecek laf mı bu şimdi.