24 Mayıs 2010 Pazartesi

Nasreddin Hoca Benim.


Tanımayan yoktur bu ünlü hocamızı, evrenin belli zaman aralıklarında yaşamış. O tarihten günümüze kadar matah espirileri varmış gibi, orta okul, lise ve üniversite de sikti kafamızın ayarlarını. Şuan milli piyango alsam 'ya tutarsa' espirisi geliyor hemen aklıma. Neyse geçen gün yeğenimin elinde gördüm kendisinden uyarlama kitabını, şöyle bi göz gezdirdim, abi hiç akıl karı işler degil. Düşündüm de ya köyün delisiyse bu hoca ve o zaman aralıklarında bunla taşak geçiyorlarsa. Olabilir tabi.

Parmagı burnunda, Ehuhu mehuhu diye koşarak, bugün bindigim dalı kestim hehe sonra da eşekten düştüm aman canım ne önemi var zaten inicektim, diyen bi adamı gözümde canlandırdım da yanlış insana mı saygı duyuyoruz yoksa.

Ya da bir bilim insanıysa? ve kimse onu anlamıyorsa, o da olabilir.
- Bugün bakteriyofaj ortamının mineral oranı yüksek suyla etkileşimi için bir deney yapayım dedim. Eldeki imkansızlıklardan dolayı bakteriyofaj için yoğurt, minerali yüksek su içinde bizim gölü kullanmaya karar verdim. Birkaç münasebetsiz alaylı alaylı, hoca napıyon demezler mi? espri olsun diye göle maya sürüyorum dedim. Nerden bileyim bu kadar ciddiye alacaklarını. Allah bilir nesilden nesile aktarırlar bunuda.

Bu da olabilir.

Hayır o zamanlar ilim bilim çok mu yüksek seviyelerdeydi, bugün ki tarihimize ismini taşıyan kişiler, bilim adamları, düşünürler, müzisyenler v.b. Belki de pezevenkti nasrettin hoca.

Hoca, bi fahişe gidiyo.
Banane.
Sizin eve gidiyor ama.
O zaman sanane.
Yani işin aslında özü, burada hocanın biri önemi yok.

- Hoca ne yapıyosun bindiğin dal kesilir mi ?
- Hoca göle maya çalınır mı ?
- Hoca ipe un serilir mi ?
- Hoca hiç eşek konuşur mu ?

İşte hocaya bu soruları soran adam aslında ünlü bir düşünür, bugün ki tarihimize gelmeyi hakeden kişi nasreddin hoca degil bu ismi bilinmeyen kişidir.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Günlük


Sabah uyandım ve dedim ki oğlum volki, herkes günlük tutuyor senin neyin eksik. Sende hisli, duyarlı bir insan evladısın. Al eline kağıdı, kalemi bu günden tezi yok başla. Daha sonra gittim bizim köşedeki kırtasiyeye, kıydım paraya iki buçuk milyon liraya seni satın aldım. Şimdi hemen kızma satın almak falan ne oluyor diye. Neticede sen bir metasın günlük. Piyasa koşullarında belirlenmiş, arz ve talep dengesi doğrultusunda oluşmuş bir fiyatın var. Neyse günlük konuyu uzatmayalım. Neticede fiş de almadım iki iki yüz elliye bıraktı kırtasiyeci sağolsun.

Öğlenleyin pek bi sıkkındım günlük. Çıktım dışarı biraz hava alayım diye. Bizim mahalleden hikmet abiyi gördüm. Abi dedim böyle böyle, ben günlük tutmaya başladım. Artık gün içinde yaşadığım olayları, acısıyla tatlısıyla tarihe not düşmek amacıyla günlüğüme kaydediyorum. Ben böyle deyince hikmet abi bozuldu bi. 'ne lan böyle antin kuntin konuşmalar, delikanlı adam günlük mü tutarmış. İpnemisin oğlum sen' dedi. O böyle deyince, ben de hafif gaz bir insan olduğumdan dolayı bir anda günlük olayından tiksindim. evet abi haklısın sikmişim günlüğünü, gel şurdan iki bira alıp sahilde içelim dedim. İşim var dedi. Gitti.

Neyse günlük akşama doğru eve döndüm, oturdum öğlenki konuşmamın analizini yaptım. Kendi kendime hikmet abi bok yesin, ben günlüğümden vazgeçmem arkadaş dedim. Sonra tekrar konuyu hikmet abiye açıp son bir fikir danışayım mı acaba diye düşündüm. Bu gel-git'lerimin ardından ulan ne kararsız bi adammışım ben be diyerek adeta kendimden de tiksindim. Bi ara konuyu babama danışayım mı diye içimden geçirdiysem de altta pijama, üstte gömlek-kravat mehmet ali erbil'i izliyor olduğunu görüp, adamı kıllandırmayayım, gün gelir açar mevzuyu, anlatırım dedim. Neyse günlük lafı uzatmayayım. Nihayetinde işim var gücüm var bütün zamanımı sana harcayamam. İşte uzun ve meşakkatli bir günün ardından sonunda yazmaya karar verdim. Ama tam başlayacakken kafama bişey takıldı. Hikmet abiyi arayayım dedim. Çağrı bıraktım iki kere aramadı, ödemeli yaptım kabul etmedi. En sonunda gizli numaradan aradım açtı. Abi dedim aklıma takıldı günlüğe başlarken ne yazılıyordu. Sevgili günlük yazılır dedi. Sonra durdu bu, sesi titredi. Abi dedim yoksa ? sustuk, gözlerimizden yaşlar boşandı.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Şarapçı Baba, Naber?


Kimine göre taksim, kimine göre İstiklal caddesi, bana göre de beyoğlu denilen yerdeyim. Vakit gece yarısını geçmiş, kafam atmış, klasik bir haziran gecesi. İki duble yaptım 6-7 türkü dinleme süresinde, yapayalnız iniyorum beyoğlu’ndan aşağıya doğru. Mendilci çocuklar, piyangocu amcalar, kestaneciler sağlı sollu dizilmişler sokak kenarlarına. Biraz vakit geçsin şunları izleyeyim. Gençler içince sapıtmışlar yine, kızlı erkekli gruba sataşan kızsız grup, abazalık da değil bu, tamamen kıskançlık, laf atmalar sevgilileri küçük düşürmeler, nerede kaldı delikanlı gençler. Gene kimsenin yemedi yumruğunu kaldırmak, uzlaşıldı, devriyeye gerek kalmadan.

Yürümeye devam ediyorum, saat de epey kabardı, eve gitmeli, ışığı üfleyip zıbarmalı derken çakır keyif kafamla, kaldırımın kenarında gözüm ilişti bi şarapçıya. Oldum olası sevdim ben bu tipleri, takıntısız, alakasız, dünyasız tipler, adam gibi isterler şarap parası var mı diye, sömürmezler yani kimseyi, bi ekmek parası diyen duygu sömürüleri yok bunlarda, bakıyım bir cebe varsa bozuk veriyim bi şarap parası diyerekten yaklaşıyorum yanına, durum vahim, saç sakal girmiş birbirine, eğiliyorum.

- Hoopp. Abi. Kalk üşüycen git bi şarap iç.

İplemiyor, baygın bayık halde suratıma bakıyor, ısrar ediyorum kalk, kalk diye. Kolları paltosunun içinde, çıkartıp dizime tutunuyor, üzerinde bir şey yok, ayaklanmaya çalışırken, sağ kolundaki omuz başlangıcında 'Ah I Anam' çizili bir dövme. baka kalıyorum bi süre dövmeye, sonra toparlıyorum kendimi,

- Üşümmüyor musun böyle ya diye soruyorum.
Ses vermiyor.

Canı yanıyor ama hissediyorum, üzüldüm durumuna, keyfim de yok zaten.

- Baba be dedim, arkadaş olsana bana, bi meyhaneye gidelim, bir büyük yapalım senle, bulursak sıcak bişeyler de yeriz.

(salak der gibi baktı suratıma, haklıydı ne işim vardı ki evsiz biriyle)

- İyi dedi gel gidelim. (sigara gırtlagı tonuyla)

Epeyce yürüdük, karanlık sokaklardan geçip girdik izbe bir meyhaneye. Nerden geldi bu cesaret bilmiyorum, aklıma da gelmiyor, neyse pek konuşmuyor, birinci büyüğün son dublesine kadar laf etmedik, sonra konuştu;

- Sen de iyi içermişsin.
- Çocukluktan be baba.

İkinciyi açtık. Kafa epey doldu.

- Kızmazsan sana bişey sorucam dedim.
(kafasıyla ileri geri olur verdi)
- Niye yalnızsın?

Gene sustu, bir saat konuşmadık yine, kafam güzel tabi döktürüyorum yine.

- Baba be dedim şurdaki tekelle konuşacam, sana günde 3 şarap alacam, her ay gelip önceden vericem parasını.
- Olmaz dedi acıyamazsın bana.
- O zaman dedim bugünlük sadece.
(kafasıyla ileri geri olur verdi yine)

Mekandan çıktık tekele gidip söz verdigim 3 şarabı aldıktan sonra, baba iyi bak kendine deyip eve gittim.

Aradan 4 ay kadar geçti, arada bir buluşup içiyoruz. Her buluşmamızda 3 şarap alıyorum.

Bir akşam çıktım, koca beyoğlu’nu dolaştım bulamadım. Sordum soruşturdum, kulübesini buldum. Etraf çok kötü kokuyordu, yatağında sızmış, kaldırdım, yüzüme baktı tersledi beni,

- Defol git. Diyerek kovdu.
- Baba dedim bişey mi oldu.
- Defol ulan diye ittirdi yine, 3 şarap aldın diye sahibimiz mi oldun.

Şaşırdım kaldım bir müddet, oturdum yanında.

- Kalk dedim gidelim içelim bi yerde. Ne olduğunu anlat.
- Ehh be diyerek başladı küfürlere. Sizin gibileri bilirim ben, bana acıyarak iyi bişey yaptıgını mı sanıyorsun, dosttun oldugumu mu sanıyorsun. Bir kaç hikaye yaşamak isteyen hippiden başka bişe degilsin lan göt. Hayatımda neler oldugu ile mi ilgilenmek istiyorsun. Siktir git lan burdan diyerek itti tekrar.

Beynimden vurulmuşa döndüm. Çıldırdım.

- Sen dedim adam değilmişsin. İç iç geber burda. Savaşma sakın. Evet acıyorum sana, ama senin bana acıdıgın kadar değil.

Kızdım sonra kendime, oğlum dedim ne yapıyorsun sen?
Aradan yıllar geçti. Okuldu, işti, güçtü falan derken, yine sıkılmışım çıktım beyoğluna gece yarısı üç filan, istanbul boşalsa da bu beyoğlu hiç dinmiyor be, bankaya ugradım para çekicem. Biri dokundu omzuma. Takım elbiseli, sinek kaydı traş bi adam. Elinde kendisini zengin gösterecek bir çanta.

- Buyrun dedim.
- Baba be içelim mi. Anlatacaklarım var sana. Dedi.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Beyaz Adam


Beyaz adam bugün çok sakin, ama çok yoruldu, biraz daha büyüyecek, biraz daha gitardan layla solosu çalmaya çalışacak. Beyaz adam duaları kabul ediyor. Ama söz vermiyor. Risk almıyor. Aferin beyaz adama.

Var olabilmek için gerekli kuralları okudu ve kabul ediyor. Bir kelime var ama aklında, hatırlamıyor, tıpkı bir kızılderilinin kafasına beyaz adam süngüsü yemeden hemen önce sarfettiği son sözler gibi bişey. Kulağına hoş geliyor sadece, biri söyleyince çaktırmadan gülümsüyor. Tosbağa da bir kelimedir mesela, onu da çok severim. Ama o başkaydı. Bi çeşit köprü gibi bu kelime, köprünün ayakları var köprünün ayakları çelik. Ağacı oymuşlar gönlü delik, ama olsun beyaz adama acımadılar. Beyaz adamı yaktılar. Canlı canlı yediler. Olsun haketmiş pezevenk. Ama balık haketmemişti.

7 Mayıs 2010 Cuma

Asker Röportajı


Sevgili arkadaşlarım, saygı değer komutanlarım ve siz çok değerli aile büyüklerim. Bildiginiz üzere çok uzun bir dönem 'tertibim! bi şafak patlat ki serinleyelim' cümlesinden de kolaylıkla tanıyabileceğiniz gibi ordu malıydım. Lakin askerliğide yaptın artık evlendiririz seni cümlelerinden ve akabin de bir askerlik anısı anlat da daşaklarım serinlesin sorularından o kadar sıkıldım ki Ayşe Arman'la bir röportaj yapma gereği duydum. Bunu sizlere sunarken, yaptığınız espirileri sadece sizin yapmadığınızı bir nebze olsun düşündürmek istedim. Az da olsa sizi rencide ettiysem ne mutlu bana.

A.A : Ayşe ARMAN.
Ben : Bildiginiz ben.
Adam : Emekli Öğretmen.
-------------------------------------------------------------------------------------
A.A : Merhaba Volkan! deri ceketin güzelmiş.
Ben : Teşekkür ederim, yeni aldım, acayip pahalı.
A.A : Seninle röportaj yapmak istiyorum ama aklımda herhangi bir soru yok.
Ben : Benim aklımda da cevap yok ama bir şekil idare ederim dedim.
A.A : Ee Nasıldı askerlik.
Ben : Valla herşey güzeldi de, helikopterden helikoptere atlarken jarjör değiştirme de zorlandım biraz.
A.A : Jarjör?
Ben : Uzatma diğer soruyu sor.
A.A : Kapıyı tekmeleyip yüzbaşının odasına girdin mi hiç ?
Ben : Yok yav, bizim üst devrelerden bir asker yapmış onu, kapıyı kırmış, yüzbaşı da inat etmiş taktırmıyor kapı.
A.A : ....
Ben : Sen bana inanmadın.
A.A : Ne inanıcam ya, mıntıka temizlerken gördüm ben seni. Fotoğrafını çektim.
Ben : Yasak değil miydi o?
A.A : Yasakmış, baktım kışladan füzeler havalanıyor, üzerime üzerime geliyor, koşarak uzaklaştım, füzeler peşimde ben önlerinde koş babam koş.
Ben : Ben attım onları.
A.A : Hahaha, ben de diyorum bu füzeler niye tembellik güdümlü.
Ben : Bu ayki yazını yazdın mı?
A.A : Burda soruları ben sora....
Ben : Soraman. Alem buysa kral benim, her annenin oğlu asker olur ama, her annenin oğlu tankçı olamaz.
A.A : Tankçı mıydın?
Ben : Hayır.
A.A : Ee niye öyle diyorsun o zaman allah allah.
Ben : İnternet kafedeki askerlerin nicki hep buydu. (Gülüşmeler)
Adam: Gülünecek bir şey varsa söyleyin hep beraber gülelim.
Ben : Abi ben dedim sana emekli öğretmenlerin okey oynayıp memleket kurtardığı kahvede yapmayalım röportaj diye.
A.A : Dur sen bi dur! ne diyorsun amca sen?
Adam: Ne amcası lan? ne amcası?
A.A : Lan.
Ben: Dur abi sakin ol.
A.A : Bırak. (İtişmeler)
A.A : Bak yaşına başına saygım var. (Kakışmalar)
A.A : Kimsin lan sen kimsin! (Küfür kıyametler)
A.A : Sansürle lan beni sansürle.
Ben : Tamam, gel kaçalım büyük dayak geliyor. Bırak hadi..........
A.A : Neyse işte bi gün yine askerdeyim, arka sokaklar izliyoruz 400 kafa, çatışma sahnelerini filan eleştiriyoruz. Çay söyledik gelmedi 10 saattir.
Ben : Allah aşkına ne anlatıyorsun sen ayşe ya.
A.A : Kesmesene oğlum lafımı, zaten bendeki şansa bak, elin kızı tabudeviren adamlarla sıcak sohbetler yapıyor, onun adı röportaj oluyor, aha bizimki de röportaj işte.
Ben : Ee napayım, gömlegimin dügmelerini açıp göğüs kıllarımı mı göstereyim, 15 ay bunun hayalini mi kurdun.
A.A : Neyse, ne yapmayı düşünüyorsun şimdi?
Ben : Ya abi dur bi şimdi, karıştırma. Son bi soru sorup kapatayım röportajı. Şap diye bir şey varmış diyorlar?
A.A : .....
Ben : ???
A.A : !!!!
Ben : Tıkadın işte röportajı, bırak kapat şunu.
A.A : Yemek yiyelim şurda, güzel buranın yemeği.
Ben : Yiyelim.

Not: Fanzin'e teşekkürü borç bilenler.

Das Leben Der Anderen


Ya istiklal Ya ölüm iken aşkta engin sekste bilgin biriyim. Lakin doğduğumdan beri ağlıyormuş gibi yaparım. Şekerlerimi karıncalar yemiyor, harçlıklarım koynumda durabiliyor, annem 'benim yakışıklı oğlum' diyerek severken, babam ekmeğin yerini soruyor.


Akıl hastasıyım ama ne de olsa çekici bir gizemim var. Ben akıl hastası olsam öyle olurdu. Hiç konuşmazdım konuşunca da süper laflar ederdim. Yoksa süperimdir. Çok akıllı ve içli olduğum için delirdim hep ben zaten. Yoksa ohooo ne cezmi ersözler var bende benden içeri. Yalasalar hep ben çıkaracam onları dışarı. Yalnızlığımla baş başayım ben. Cezmi ersözler var bi de. Bi de şizofrenim. Ordan da iki karakter daha gelse ohooo. Yalnızlığın soğuk uçurumlarına yuvarlanırken bir tavla atalım mı bebek. Bak bunlar hep işte akıl hastası lafları. Yazayım bunu da. İçimdeki cezmi ersözler sakalınızı kesin artık

Lanet olsun dostum, lanet, aklım çok karışık. Evet hala bir aklım var. Ama biraz yanlış işliyor sanırım. Arada vuruyorum falan düzelsin diye ama yok. Çok cızırtı yapmaya başladı lan. Arada görüntü gidiyor garipten sesler falan geliyor. Sonra ekrana üşüşen karıncaları izliyorum. Ne zevkli lan onları izlemek. Valla bak bigün beraber izleyelim. Uzun zamandır teklif edemedim bunu sana. Ama ne zamandır sana içimi dökmemden anlamalıydın. Sana çok bağlandım ben .Alt alta çizilmiş dümdüz çizgilerin ne de hoş... buruşturulduğunda çok seksi olduğunu söylemişmiydim daha önce sana.. bana kalbin gibi bu tertemiz sayfayı açtığın için teşekkür ederim. Muahhh Muaahh, oyh bana bişeyler oluyor.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Mahsuscuktan Gör


Günaydın boklu;

Bu gün yeni bi Dünya'ya uyandığını farzet, mahsuscuktan. Diyelim ki bir gezegenimiz olsun, adını selena'dan almış 'ütopya'. Burada da insanlar yaşıyor olsun, ama zinhar yanlış anlaşılmasın, bizdeki gibi eşsiz bucaksız insanlık nerde? yok tabii ki ve zaten ütopyalılar da biraz tuhaf insanlar gibi geliyor bana, laf aramızda. Çünkü öyle hoşnutsuz bir uygarlık kursunlar ki bunlar, normal sayılabilmek için içgüdülerini bilinçsizce yok saymak zorunda kalsınlar, inkar etsinler, görmezden gelsinler. Gelsinler ama, içgüdüleri de onları görmezden gelecek değil ya, bilinçaltında tasarruf etsinler kendilerini. Kimileri bastırabilsin içgüdülerini, kimileri arada kalsın, kimileri başarısız olsun. Bu beklentiler o kadar katı olsun ki, uyamamak, uyamayan kişi tarafından da kabul edilemez olsun ve sapık da olsun herkes, olmamaya çalışanlar da hasta olsun. Likit fonlarında hesabı bulunanlar güdülerini bozdurup başka şeylere çevirip çaresizce tatmin etmeye çalışsın da haberi bile olmasın.


Siz de benim gibi mi eğitim aldınız ? yoksa hatırlamadınız mı, tarih hocalarınızın insanlığın gidişatını büyük liderlerin verdiği kararların değiştirdiğini söylediğini, sürtük yalan söylüyordu.


İskender mi ? - Siktir et.
Kanuni Sultan mı ? - Siktir et.
Mahatma Gandi ? - Siktir et.
Belki de Sezar'dır? - Siktir et.

Dünya sizin ve benim yüzümden dönüyor, bilinmeyen kişiler yüzünden.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Bana Deli Diyen Dali Gözlerin Kara Değil Mi ?

Lafı uzatmadan, dolandırmadan hemen konuya giriş yapmak istiyorum bu sefer. Fazla vaktim yok çünkü, son günlerde daha mı sık koyuluyor bu laflar bana, hı?

Cevap vermene fırsat vermeyeceğim ama. Bu soru senin susarak yanıtlaman gereken sorulardan biri. Sadece gözlerini kısıp anlamlı anlamlı bak bana. Dudaklarında gözükmesin. Daha karizmatik olursun.

Yaşadığım şeyleri hangi akıllı yaşardı? ya da hangi deli kabul görürdü bu tüm yaşananları? ya da bu yaşadıklarım sadece bir delinin hak edeceği şeyler miydi? bu konuda bir fikrin var mı? hayat ibneliğini sadece yatak odasında göstermiyormuş. İbne deyince hep aklıma yatak odaları geliyor biliyor musun? son dakika golleri filan.

Yedim gene bir gol. Bense kalem olduğunu bile farketmeyen kaleci üniformalı bir şişko. Ha o zaman hayat top öyle mi? peki ben ne zaman o topa vurup gol kralı olacağım? kalemi onarınca mı? ama sanırım önce şu yırtık kramponları onarmak lazım ha, baksana çizgili çoraplarım meydan da. Burada deli gülmeli ya da ağlamalı. Ama bilemedi şimdi. Bilse akıl hastası olmazdı değil mi?

Kafamı toparlıyamıyorum şu sıra. Aklımda bir sürü şey var; yapmak istediğim, yapmam gerektiğini düşündüğüm ama neresinden başlıyacağımı bilemediğim şeyler. Bence en önemlisinden başlamalıyım. Kendimce hedeflerim ve o hedefler doğrultusunda vizyonum var. Vizyon diyince aklıma sivrisinek geliyor hep, vızz vızzz. Yaz geldi uyutmaz bu ibneler bizi artık. Neyse, he en önemli hedefimden bahsediyordum sana. Söylüyorum sıkı dur! uzaylıları dünyaya indirmek taraa ra raaam! ilk hedefim bu evet. Gelsinler kardeş kardeş yaşayalım şu 3 günlük dünyada, bilgi alış-verişi yapalım.

İkinci hedefim kurbağalar. Hepsini öpüp asıl prens hangisi onu bulmak istiyorum. Prensi bulduktan sonra kankardeşi olmalıyım diye düşünüyorum. Anlayacağın hedeflerim büyük ve dünyaya faydalı şeyler. Bana şans dile. Evrene sinyal gönderiyorum şimdi uzaylılar gelirse bekleme beni daha.

Beni unutma uzun bi süre görüşemiycez. Öptüm akşam görüşürüz.

2 Mayıs 2010 Pazar

Biraz da Benden Bahsedelim


1868 yılında mekkede dogdum, 11 yaşında konsamatris olarak başladığım tavernacılık hayatına 16 yaşına kadar devam ettim. 16 yaşında medineye göç etmek zorunda kaldım, medine de ölümsüz aşkım gazinocular kralının genç oğlu külhanbastıyla evlendikten sonra 2 çocuk dünyaya getirdim, sonra yedik onları, külhanbastıyıda öldürdüm, bunu duyan babası peşime düştü, arka sokaklara kaçtım ben de. Dizi çekiliyormuş orda da kanal d de oynuyoruz abi dediler. Ben de yoldan sapıp başka bi sokağa girdim, iki tane kedinin birbirine bağırışmasına şahit oldum. Hemen araya girdim tabi. Yapmayın, etmeyin beyler ayıptır dedim. Miyav miyav falan dediler. Bağırıp çağırdılar. Bende sinirlendim ikisinide ısırdım, baktım bu yol yol değil eve döndüm, tesadüf o ki halka 2 vardı televizyon da. Gece vermişler korkayım diye. İlk filmde aklıma takılan şeyler bu filmde de takıldı mesela. Bizim sırma saçlı kınalı yapıncağımız samara var ya hani o çocuğun içine kaçmış lan. Annesi onu hastaneye yatırdı mesela. doktor ona akıl hastası muamelesi yaptı. Yıllardır küçük çocuklar babalarını, erol taş'ı, spaydırmeni falan örnek alıyolardı idol olarak benimsiyolardı ya. O dakikada içine samara kaçan çocuk benim idolüm oldu. Ortak bir noktamız var bikere. Bana da akıl hastası diyolar. O yüzden dikkatle izledim filmi. Özellikle çocuğun hareketlerini. Aynılarını ben de yapacağım. Bi karede doktor geliyor çocuğun yanına. Çocuk sana bişey göstertçem diyor bakıyor aptal aptal. Sonra kadın kendi boğazına iğneyi saplıyor. Kendi iradesiyle, saplarken çocuk 'sakın durma' dedi ayrıca. Aynısını ben yaptım. Sana bişey göstertçem dedim bizim temizlikçi kadına ve tırnaklarımı incelemeye başladım. Çocuk da oralara bakıyordu çünkü. Baktım... Baktım... Sonra temizlikçi enseme Bi şaplak attı 'hadi lan zamanımı alma ne gösterceksen göster' dedi. 'sakın durma' dedim. Tokat manyağı yaptı beni.
Bir de annesinin rüyasına falan girdi. dedi ki 'onun nereden korktuğunu biliyorsun anne'. Bi anda küveti gördüm. Bir sürü su hep. Boğ beni diyor yani çocuk. Enteresan. Ben o kadar diyemedim ama. Çağırdım doktoru. 'beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar' dedim. Tepki vermedi.
İllaki samara mı kaçmalı içime anlamıyorum ki.

Telefon çaldı sonra, heycanlanmayın arayan babam degildi. Adriana lima, hani dedi gitmiyor muyuz paris'e, ben ibiza' ya gidelim dedim, o paris. Tutturdu bi paris kodumun karısı bir haftadır. Yemek falan yedik işte. Restorantta zidane ve eşini gördük hatta, çökmüş herif. juventus 'ta beraber oynardık, hep beraber üzüldük bu duruma. Bu arada birkaç saat önce polisler evimi aramaya geldi. Bu ergenekon olayının iyice suyunu çıkardılar. Emekli orgeneral adamın evi aranır mı arkadaş ? çocuklar çok korktu tabi. Ama ben metanetimi korumalıydım, hemen onları yatak odasına gönderdim ve darbe planımı başkomser tuncay'ın eline verdim. Chavez aradı hayırdır dedi, dedim rahat ol bana bişey olmaz. Yarın çocuklarla balığa çıkıcaz ben hafiften kaçayım. Ankara 'yı bu yüzden seviyorum işte. Tarihi güzellikleri, boğazı ile bambaşka bir şehir hakikaten.
Yazımı sonlandırırken tokyo eyaletinden güzide parçayla siz sevgili okuyucularımın arasından ayrılıyorum.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Efes Pilsen Blog Yazarı


İki çoçuklu bir ailenin en küçük ferdiyim. Prezentabıl bir ailem vardır. Babam emekli, annem ev hanımı. Gözlüklü, çok bilmiş, her lafa cevabı olan çoçukların baya bir revaçta olduğu dönemde, babam tarafından 'sen bilim adamı olacaksın' bizi iyi şartlarda yaşatacaksın diye gaza getirildim. Ama ben ise mahhalle arkadaşlarımla sokaklarda amaçsızca gezmek, sınırsız çitoz, tombi yemek, gol atan kaleci oynamak istedim. Babamıda kırmak istemedim ama. Kitapların içine attım kendimi çok çalıştım. Genede ilkokul öğretmenimin çok zeki ama çalışmıyor triplerine maruz kaldım. Akraba çoçukları 25 soruluk hayat bilgisi testlerinde 26 doğru yaparken ben 3-5 doğruyla yetiniyordum. Babama hep 'kaydırdım, kaydırmasam hepsini yapmıştım baba' diye kolpa sıkıyordum.Bunlara rağmen benimde başarılarım vardı tabi. İki mahalle arası tetris şampiyonluğum, halleyi tek ısırışta yeme, super mario da prensesi ilk kurtaran çoçuk olma gibi yüksek derecelere sahiptim. Babamın bunlardan haberi yoktu tabi. Çünkü babam sokak çoçuğu olmamı istemediğinden anlatamazdım ona bunları.Yaşım ilerledikçe hala baba parasıyla bol keseden harcıyordum. Sürekli bilgisayar başında olduğumdan babam beni bişeler üretiyorum sanıyordu. Ona msn messsenger, paint, fotoşop gibi programları benim bulduğumu söylüyordum. Babamda kolpadan anlamasada anlamış gibi yapıp 'helal yavruma' diyip giderdi.Şimdi değerli bilim adamları, mucitler ve esef pilsen düşünürleri. Benim gibi özel bir insanın yeryüzünde varlığı hepinize birer armağan, bunu değerlendirip şükretmenizi istiyorum. Beni pahalı hediyelere boğun, şatafatlı lokantalarda aperatifinden, tatlısına yemekler ısmarlayın, nietzsche' yi getirin ki masaj yapsın ayaklarıma, bir zeplin kiralayın bana, 'istanbul ayaklarımın altında' diye naralar atayım, yandan bir jet geçsin, "Dünya Bize Güzel" yazsın o arkasından bıraktığı suni bulut öbeğiyle, fotoğraflarımı yakalarınıza takın, meali saygı ise, saygı gösterin, yüceltin, önümde secdeye yatın, üç kez alnımdan öpüp, fırına koyun. Mübalağa ettim sanki biraz? asıl maksadım yapılan harcamalarla anaparacı sisteme, size değil. Kapiş.