30 Nisan 2010 Cuma

Deli Günlüğü


Sevgili doktor, naaber? doktor olmak da ne sıkıcıdır şimdi.

Bugün ne mi yaptım doktor? neden bugünü sordun anlamadım ki. Şimdiye kadar ne yaptım ki ben? başıma huni takmadım hiç mesela. O kadar akıllıyım ki siz başımda huni var sandınız. Bana şimdi çıkıp da, hiçbir deli, deli olduğunu kabul etmez zaten, deme. Ben deliyim ki zaten. Akıllıyım ama. Bak mesela ben bugün, sen neden böylesin onu bile düşündüm. İçinden 'sen sorasın' diye demek geçti değil mi? biliyorum. Ama diyemezsin, dersen sen de deli olursun değil mi? ben bunu diyorum işte. Aklıma geleni söylüyorum. Lan deli olmak o kadar da zor değilmiş. Zor muymuş yoksa? lan deli olan benim. Heralde ben düşüneceğim bunları. Bak mesela ben bugün senle aramızdaki ilişkiyi düşündüm durmadan doktor. Sen neden doktorsun? ben neden deliyim? bu arada, size doktor diyebilir miyim? cevap verme, dersem derim ben. Bak düşündüm bunları. Şimdi senin bir sürü delin var. Benim sadece bir doktorum var. Nasıl bir adaletsizlik lan bu? bak sanki sen benle dalga geçiyor gibisin de neyse bir şey demiyorum. Bak düşündüm aramızda geçenleri ben. Aslında sen de seviyorsun da sen erkek gibisin be doktor, bin tane hastan var belki. Aldatıyorsun beni be doktor. Ben napayım? bütün gün burda böyle senin gelmeni bekliyorum. İnsaf be doktor. Sonra gelip biraz durup gidiyorsun. Bir kahve bile ikram edemiyorum sana be doktor. Aslında bak ne dicem, elimde olsa kurarım playstation'ı mario oynardıkta da izin vermiyorlar bize burda. İzin vermiyorlar derken, laf çarptım sana anlarsın heralde, salak değilsindir o kadar da. Neyse doktor, lafı çok uzattım. Ben bugün sigara bile içemedim. Alkol bile alamadım. Bak ben düşündüm bunları. Ne demişti yıllar önce fayt klab' ta o sarışın adam? ne demişti, her şeyimizi kaybettiğimizde, özgür oluruz mu demişti ne. Ben özgürüm. Bak neyim var ki? sadece ben varım ve yine ben. Dememiş miydi o adam; sen üniforman değilsin, sen bankadaki paran değilsin diye? senin de bir şeyin yok aslında bak. Ama var sanıyorsun, o yüzden sen özgür değilsin be doktor. Siz delilerin arasında olmaktansa burda kapalı bir yerde bunları düşündüm ben bugün.

29 Nisan 2010 Perşembe

Mahalle Arası Fantazilerim


Yeni taşındığım apartmanda karşı dairemde orta yaşlı bir çift oturuyordu. Mühendis olan süleyman ağabey işi dolayısıyla sık sık uzun yolculuklar yaptığından, karısı sibel abla genelde evde yalnız olurdu. Sibel abla 39 yaşında, 1.62 boyunda, buğday tenli, etine dolgun ve son derece çekici bir kadındı. Genelde mini etekler, askılı bluzlar ve yüksek topuklu ayakkabılar giymeyi tercih ettiğinden, mahallede yürümesiyle bütün esnafın bakışlarının ona dönmesi bir olurdu.

Bu arada biraz kendimden bahsedeyim. ben 26 yaşında, 1.72 boyunda, kızıl ve kahverengi gözlü bir delikanlıyım. Gerek yakışıklılığım gerekse hoş sohbetliğim sayesinde çevremden kızlar hiç eksik olmaz.

Yine süleyman ağabeyin evde olmadığı bir gün, ketçap istemek için sibel abla'nın kapısını çaldım. Malum bekar hayatı, pek alışveriş yapamıyoruz, ehuhu mehuhu. kapıyı açan sibel abla askılı bluzundan taşacak gibi duran iri göğüsleri, derin yıtmaçlı mini eteği ve yüksek topuklu ayakkabılarıyla bir içim suydu.

- İçeri gelsene volkişciğim, dedi, ben de tam camları siliyordum. Na böyle bi parmak kir çıktı allah seni inandırsın.
- İlahi sibel abla, dedim, hiç bu kılıkta cam silindiği görülmüş şey mi? alemsin vallahi, ehue.
- Senin dilin de pek uzamış volki, dedi, az izin versen laf lafı açıp konu farklı yerlere gidecekti ama limon sıktın muhabbete.
- Ya sibel abla, dedim, ketçap varsa söyle yoksa yorma beni, hadi ablam.
- Ketçap var ama sana yok volkan dallaması, dedi.
- Bana bak sibel, dedim, ağzını topla akıtmıyım ketçabı.
- Sen git feriştahın gelsin lan, dedi, küçük pipili volki, diye ekledi.

Artık bu kadarı fazlaydı. Sibel orospusu pipimi bu işe karıştırmamalıydı. 'çin'de otursam porno film aktörü olurdum lan mantıksız sibel!' diye bağırarak sürekli cebimde taşıdığım 24 cm'lik paslanmaz çelikten bıçağımı çektiğim gibi sibel abla'yı 17 yerinden bıçakladım.

Size bu satırları davamın görülmekte olduğu kadıköy 2. sulh ceza'dan yazıyorum. Biraz da davama bakan hakimden bahsedeyim. Yüksel ağabey 54 yaşında, 1.70 boyunda, gür beyaz bıyıkları ve derin yırtmaçlı cübbesiyle son derece çekici bir hukuk adamı.

25 Nisan 2010 Pazar

Verem Olmak



Tebrik ediyorum kendimi. Vatanına, milletine, devletine bağlı bir kahraman olarak azımın payını vermişim kendime.
Sene 2006 sanırım, ironisi bir yana, izansız bir devletin böyle mal vatandaşı olur ancak. Okuyup adam olmuşundan, makam mevki edinmişinden, ülkeyi yöneteninden ne görüyoruz da vasıfsız malından ne bekleyeceğiz dimi ve teşekkür ediyorum kendime böyle bir soru sorduğum için.

Not: Bu ne lan. Ahaha

Aç Kalmak Nedir?


Bugün sipariş verdim yemek sepetinden. Sosları özenle seçtim. Hatta 2 adet sos seçiliyor ya bedava, ulan gittim parası neyse 2 adet daha seçtim fazla vermiyorlar diye.

Not olarak da 'istediğim sosları dikkat edin ve onlar yerine başka sos yollamayın lütfen. Yoksa almam geri veririm bakıcam bak.' dedim. Eleman geldi 25 dakika sonra. Bizim apartman kapısını boyuyolardı bugün. Bir bok yapmışlar otomata basınca kapı açılmadı. Herif kapıyı kırmasın diye 5. kattan aşağı indim koşarak, pijamalarla. Tam ben herifin elinden paketi alıp bakacakken mahalledeki platonik aşkım şükran geçti kapının önünden. Üniversite, otobüste ve staj yerinde de ayrı ayrı platonik aşkım var onlardan bahsetmiyim şimdi.

Neyse burger king'ten yiyoruz sonuçta, havamı attım orda. Hem de whopper. Soğan halkası bile söylemiştim. Çıkardım onları, 'bende para bok' mesajı verdim. Ama üstümde pijama, altta anne terligi, o hoş olmadı yani. O sıra bi utandım, pakete bakmayı unutmuşum. Ne demiştim not olarak; 'istediğim sosları dikkat edin ve onlar yerine başka sos yollamayın lütfen. Yoksa almam geri veririm bakıcam bak.' 2 adet sarımsaklı mayonez, 1 adet acı sos, 1 ketçap, 1 ranch sos söylemiştim.

Eve geldim büyük bi iştahla paketi açtım. İçinden 2 tane normal mayonez, 1 adet acı sos, 1 ketçap çıktı. Ranch sosun parasını vermeme rağmen. Düşün artık. Mayonezlerden bahsetmiyorum bile. Sarımsaklı olmayan mayonezin amına koyim ben. Ranch sos parası götüme girdi. Öyle deme, 25 kuruş kolay kazanılmıyor bu devirde. Şükran duymasın. çok zenginiz biz.

Bakıcam dedim bakmadım ama pakete. Hata bende amına koyim, nerden biliyorlarsa bakmayacağımı. O kadar da tehdit ettim. Bu burger king israillilerin mi lan. Aron feller mi yolladı şükranı. Dikkatimi dağıtıyo ibneler.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Frapan



Olağan bir gün;

Sabah erken kalkıp avuçlarımı kestim. Rakıya eğilmiş oğlan çocukları, kaliteli sarhoşluk hayalleri görürken, siyahını borç istediğim gecenin saçlarındaki çıplaklık fazlasıyla frapan. Tedirgin bitkiler, güçlü hayvanların arkasına saklanmış. Nerede olduklarını sanıyordum?! Patronsuzdum.
Bir miktar alkol ruhumdaki teröristleri sakinleştirebilirdi. Evet, hemen içmeliydim. Salaklığıma teşir edebilecek cinayetlere karışmalıydım.

Olağan bir gün. Sabah erken kalkıp avuçlarımı kestim.

Kırmızı Başlıklı Kurt


Tesadüflerle dolu ilk günü hatırlarım. Serin bir sonbahar akşamı. Yaprakların üzerinde öbeklenen geceden kalma yağmur damlacıkları nedense toprağa düşerken eş zamanlı olarak sanki tam kafamın üstünde de çarpıp dağılıyor, beynimi delmeye çalışıyordu. ancak beşinci seferde anlayabildim onların damla, alnımdan süzülenin de su olmadığını. velhasılı martıların kafama ısrarla löpür löpür sıçtığı bir gündü o. uğura, batıl inançlara uyup koştura koştura piyango bileti almış ve amortiden garip ama sevimli bir mahlukat kazanmıştım.

İlk zamanlar kendisini pek sevemedim çünkü bana hep küçük gözlerle bakıyordu. ta ki estetik ameliyat geçirene dek. o günden sonra artık bana layık olan kocaman kocaman capon animesi gözleriyle karşılık verdi. Gözüne toz kaçtığı günü de unutamam. Kocaman şirin gözleriyle bana bakıyor ve gözleri dolu olduğu halde gözyaşlarını salmamak için diretiyordu. cebimden çıkardığım sümüklü mendilimi gözlerinin üzerinde yumuşak dokunuşlarla gezdirdim. Öylesine mutlu oldu ki dile gelip 'pofuduk pofuduk' diye bir ses çıkardı. Evet ben de garipsedim bunu ama yapacak bir şey yoktu. zira bu, fantastik ve dahi absürd bir hikayeydi. Hikayenin parçası olarak senaryoya uygun davranmaktan başka elimden ne gelirdi ki. < şu satırları yazarken, vakayı naklederken bile aynı dehşeti tekrar tekrar gözümün önüne getirmenin ne kadar zor geldiğini, ruhumda açtığı onanmaz yaralara tuz biber olduğunu belirtmeye ihtiyaç duymuyorum. yer dolsun, şişkin olsun diye klavye tıklattığımı ne ben söyleyeyim ne de siz çakozlayın. her neyse kaldığımız yerden devam edelim şimdi... boncuk boncuk gözleri seğirmeye, ağzından köpükler gelmeye başladı. ne olduğunu anlayamadan ani bir hareketle kulağımı ısırdı. kulağımdan arda kalan kısımdan oluk oluk kan fışkırıyor, gözleri dönüyordu, doğal yün renginden, barbaros hayrettin paşa kıvamına geliyordu. 'ulan sevgili arkadaşım niye kulağımı ısırıyorsun?' diyebildim kan gölünün içinde en son.

Gözlerimi açtığımda don kişot ve doni darkoyu birleştirdiğimi, beyaz tavşanı takip ettiğimi anlamıştım.

Batan Güneş

Benim gibiler fırsatlarla zaman kaybetmezler!
Fırsat, sığlıktır, zayıflıktır!
Benim gibiler, göründüklerinden daha mor, daha hüzünlüdür sevgili!
Okyanusa avuçlarında su taşırlar.
Su taşırım.
Su, akıp gitse de parmaklarımın arasından, yolumdan dönmem!
Yürürüm.
Çünkü tutku düşkünüyümdür. Çünkü ideallerim vardır.
Çünkü kanım Siyahtır benim! Kanımı herkese göstermem!
Gidilecek yere varmam için, herşeyle,kemikleşmiş herşeyle mücadele etmem gerekir.
Ama tek başıma, ama hep beraber. Farketmez!
İçimdeki canavar, dışımdaki şeytanla dosttur!

Bu, hepimize yeter!

Ben kendi yoluma giderim, güneş kendi yoluna.

Cuara



Bir soluk kadar yakınmış sevgi.
Sonu ölüm olurmuş bazen, kimin umrunda?
Birgün soğuk bir ölüme değecek, nikotin sıcağı gecelerim.

Ciğerlerim siyah mı? siyah'ı severim.

Ekmek, Şarap, Sen ve Ben

Esefa!
Bir nesim-i eshar sarhoşluğunda.
Fonda The Doors ve Nirvana.
Mütefessih bir mekanda.
Yakaladı beni herdu füruş gurema.
Dediler ki;
Beş taksit yaptık hayatına..
Lakin yok artık bira, yok vodka.

Lise de Bir Mendil

Yaşım 17, lisedeyim, tek taraflı aşkımı yaşıyorum efendi efendi, bir laf okumuşum bir kitapta;

'Sen benim sevgimi görmeyecek kadar körsen,
bende sana sevgimi söylemeyecek kadar gururluyum' diye,

marifet ya söylemiyorum bir şey, içim içimi yiyor, derken bir sene böyle geçiyor, ne onun hayatına biri giriyor ne benim, sık sık gözlerimiz buluşuyor, biz buluşamadan, onlarda kısa süreli ,muhabbetimiz merhaba merhaba, o benim sadece adımı biliyor, silgiyi uzatır mısın diyor, en uzun muhabbetimiz bu o zamanlar.

insan silgi uzatırken mutlu olur mu lan? oluyorum işte.

kız benim sadece ismimi biliyor, ben ise annesinin gözlük numarasına kadar, babasının sırtında çiban çıktığından rahat yatamadıgına kadar, evlenen teyze kızından, askere giden abisinin düştüğü koğuşa kadar herşeyi biliyorum. Onla yatıp onla kalkıyorum, kendım 44 aldıgımda üzülmüyorum da, o 84 aldığında, tüh bi puan daha alsaydı diyorum, Böylece ikinci sene de geçiyor.

Lise son'a gelmişiz, seviyorum kızı, deli gibi, anlatıyorum, DOST'um var bitane, (adı x) ölümüne kankam, yalan söyledim afedersiniz, ölümüne kankalık kavramı yok o zamanlar, kan kardeşim diyorum, başka bir şey demiyorum. Dinliyor, onun da sevgilisi yok, ne sabırlı cocuk lan bu diyorum, benim ahmaklığımı dinliyor. Seviyorum X 'i ama kızı daha çok seviyorum.

Şiir yazıyorum kendi çapımda, dostuma okutuyorum, okusam begenir mi lan kız diyorum, duvar kağıdı değişecek o ara, annemle 145867 kere tartışıp, duvar dizaynını kendim yapmaya razı ediyorum, dizayn olarak tam 150 farklı kagıda, farklı karakterlerle kızın adını yazıyorum, tek tek asıyorum duvara, aşığım abi diyorum görenlere. Gülüyorlar. Yaş malum Aşık oldugumu sanıyorum . Yaşayıp gidiyorum.

Okula gidince insan sırf o oturacak diye sırasını siler mı ? siliyorum kimseye görünmeden, gocunmuyorum yaptıgımdan, kendimle gurur duyuyorum o dönem.

bir de şiir bulmusum afilli;

'varsın şu kaldırımda resmin olsaydı, ben öperken resmini, görenler, dileniyorum sansaydı'

kendi şiirimi yazıyorum bi süre sonra,
Ama bir turlu söyleyemiyorum. Çıldırmanın eşiğindeyim.
bir gün diyorum ki yeter be söyleyeyim artık. Acemiyim o zamanlar, ne demem gerektigini bilmiyorum..
Çekiyorum karşıma okul çıkışı.

-Ya ben seni seviyorum, sadece bil istedim diyorum
- Anlıyorum diyor.

ilk defa ailem de birisinin doktor olmasına sevinip 15 gün rapor alıyorum. Okula gitmiyorum, gidemiyorum.
Ve rapor bitiyor, okula gidiyorum. Kız geliyor, birşey söylemek istiyorum diyor.
Bakıyorum gözlerinin içine;

- Biz 'X' ile çıkıyoruz, sadece bil istedim diyor.
- Anlıyorum diyorum.

Benler

Yürüyorum,karanlık ve ben yalnızım, düşüncelerim berrak ve hafif dalgalı. Dibi görünüyor hayatın ve ben en dipteki 'ben' i seyre dalmışım, tecavüzcü ve umutsuz bir intihar düşüncesi bulanıklaştırıyor zihnimi. Daha da dibe çöküyorum suyun kaldırma kuvvetini hiçe sayarak, fizik yasaları bile etkisiz kalıyor benim dünyamda.

Yürüyorum, yine karanlık ve ben yine yalnızım, aklımda yaşamak isteyip de yaşayamadıklarım. Derinden bir 'aahhh' çekiyorum 'keşke' ile başlayan binlerce yaşanmamış anı canlanıyor beynimde. Saatler geçiyor 'keşke'ler bitmiyor ve kendime geliyorum,
önümden 'yaşamak istemeyip de yaşadıklarım 'kara kedi' edasıyla geçince 'kötü şans' diyorum, yine bir umutsuzluk bulandırıyor düşüncelerimi.

Yürüyorm, karanlık loşlaşmış ama ben yalnızım, gün batımı mı, gün doğumu mu acaba bu diye soruyorum kendime, benim ülkemde gün hiç doğmadan tekrar tekrar batar bazen 'batıyordur umarım' diyorum yine aynı umutsuz düşüncenin uyuşukluğuyla.
Sonra 'neden ki'? diye soruyorum kendime, noktalama kurallarına aldırmadan... fizik kanunlarının bile on para etmediği bir dünyada kim takar ki noktalama kurallarını? zaten umutsuzluk anlıyor beni ve cevaplıyor.

- Düşüncelerin, hayallerin, umutların -ki umutsuzluğun ağzından umut kelimesini duymak şaşırtıyor beni her türlü beklentin ve bu beklentileri yerle yeksan eden yaşadıkların... bunlarla yüzleşmeye hazır mısın ki 'neden'? diye soruyorsun?'

- Anlamadım diyorum.

- Karanlıkta gizlenen herşeyi, tüm hayatını bir anda, tüm gerçekliğiyle karşında görmeye hazırmısın ki?
- hazır değilim.
...ve gidiyor umutsuzluk.

Karanlık günün ardından güneş tekrar batıyor ve beni gizlemeye devam ediyor; Yürüyorum, karanlık ve ben hala yalnızım. Bu sefer aklımda yaşamak istemeyip de yaşadıklarım, büyük bir nefret kaplıyor içimi ve ağzımı doldura doldura bir siktir! çekiyorum hayata, bunu yaşatanlara kusuyorum nefretimi. Ve o anda tüm nefret ettiklerim beliriyor karanlığın içinde.

- Gördün mü bak, onları da sen soktun buraya diyor nefret, (yılan gibi tıslayarak çıkıyor sesi) onlar sana kabuslarında bile yer vermezken, sen hala düşüncelerinde barındırıyorsun onları.

(sinirleniyorum, hayatıma bu kadar karışılmasına sinirleniyorum)

- Sen neden burdasın? diyorum.

- 'Onu sokmadığın yer mi kaldı ki bu dünyada' diyor gerginlik, karanlığın en büyük sebebi o.

Anlıyorum, Sakinleşiyorum ve nefreti kovuyorum düşüncelerimden, tekrar yürüyorum... yalnızlığım hala tek yoldaşım. Nikotin krizi geliyor önce, sonra da kasıklarımdaki basınç ve yanmayı hissediyorum, bir sigara yakıp derin derin içime çekiyorum, sonra da
indirip pantolonumu, zaten benim olan karanlığa bırakıyorum içimdeki pisliği 'ooohhhh!' diyorum önce... ama yanma geçmiyor, daha da şiddetleniyor... alev işiyorum sanki... karanlık yanıyor... sıcak... çok sıcak... dayanamıyorum.

- 'Beni de sen soktum bu dünyaya' diyor acı.

Korkuyorum, geri adım atacakken ayağım takılıyor, düşüyorum. Biri elini uzatıyor, dostlarım... ama hepsi... gerçek dostlarım, eski dostlarım, dost sandıklarım, aldandıklarım,
aldattıklarım. Küçük düşmüş hissediyorum kendimi... hepsinin yüzünde o iğrenç bakış.

- 'Onlar seni seviyor' diyor aşağılık...

- Bu bakışla mı?

- Burası senin değil onların ülkesi olsaydı yüzlerinde bu bakışı görüyor olmazdın.

- Nasıl yani diyorum.

- Onlar sensin, senin içindekiler, sen koydun onları buraya ve yüzlerindeki bu ifadeyi de sen yerleştirdin.

(şaşırıyorum)

- Ama ben.

- 'Şaşırma' diyor şaşkınlık birden, korkuyorum.

- 'Korkma' diyor korku...

- Kurallarını sen koydun bu ülkenin, herşey senin istediğin gibi. Bizler sadece gerektiği yerde devreye giren fonksiyonlarız, onlar ise değişkenler, nerede ne yapacağımızı, hangi değişkene ne kadar etki edeceğimizi sen belirledin. Neden şaşırıyorsun ki?'

- Ve neden korkuyorsun?.. diye ekliyor korku.

(ben bunu neden yapıyorum ki? kendimden bu kadar mı nefret ediyorum derken)

- Biri beni mi çağırdı? diyor nefret.

- Anlıyorum. Nefret benim nefretim, korku benim korkum... hepsi benim.
-'evet' diyor korku... Herşey sensin burada ve tüm bu karanlık dünya senin eserin, bu yüzden bu yalnızlık hissi... Bu yüzden yalnızlıkla konuşmadın hiç. 'bu dünya zaten yalnızlığımın eseri... herşeyde yalnızlık var zaten.

- Anlıyorsun yavaş yavaş diyor nefret. (sesi hala tıslayarak çıkıyor)

Yürüyorum... karanlık benim, yalnızlık benim, etraf hafiften aydınlanıyor ve içime bir umut düşüyor...

- Bak karşıda bir ışık, güneş doğuyor, diyor umut.

ve ben;

Biraz daha yaklaşman lazım,ancak o zaman diyorum.

23 Nisan 2010 Cuma

Siyah - Beyaz

Siyah - Beyazla tanımadığım şeyleri,
Tanımlayamam...
Siyaha uymayan beyazın adını,
Sizlere yutturamam...
Siyahın adını,
Beyaza uyan yanını,
Birine tanımlarsam eğer,
Normal olur!
Çoğu zaman,
Çok sey değişir...
Tanımları beyazla - siyaha sığdıramam
Bu da normal!
Siyahla - Beyazın adını,
Az da olsa severim !
Yoksa;
Beyaza karşı,
Siyahın adımı yalnız...
Ya da;
Beyazın adı mı yanlış...