6 Ağustos 2010 Cuma

Bir Garip Diyalog.



- Merhaba.
- Merhaba.
- Varlığınızı kabul etsem bile her kulunuza zaman ayıracağınız aklıma gelmezdi.
- Zamanım var. Takdir edersin ki zamanı da ben yarattım. Zaten bu senin dünyada bildigin bir kavram.
- Anlıyorum.
- Emin misin?
- Evet, konuya değiştirelim.
- Konu?
- Bir sebeple buradayım sanırım.
- Ölümlüler olarak neden her şeye bir sebep bağlamak zorundasınız ki?
- Mantık olarak diye düşünmü...
- Mantik derken?
- Saçma oldu evet.
- Bir şeyi anlaman lazım, şu anda bildigin hiçbir şey senin bildigin şekilde degil. Bildigin gerçekligin olmadıgını kavrayabilir misin?
- Denerim.
- Mesela Samoa'nun olmadığını düşün.
- Sorun yok.
- Kavrayamadığın için sana öyle geliyor. Mesela güneşin var olmadığını kavra.
- Anlıyorum, olay büyüdükçe zorlaşıyor.
- Büyüklükte değil, umrunda bile degil aslında. Kilit nokta, verilen imgenin seninle ne kadar bagdastığında.
- Mesela Kedilerin olmadığını düşün.
- Aaa, bak şimdi ayıp edersin.
- .....?
- Özür dilerim. Eheh
- Sakın
- Pardon.
- Bana soracak bir şeylerin var mı?
- Evet, mesela din ile bilim neden bu kadar çok çelişiyor? ya da din neden bilimin ve ilerlemenin karşısında sürekli?
- Dinle bilim aslında hiçbir zaman çelişmiyor. İnsanların anlaması gereken şey, bilimin türettigi bilginin temel dogrulugunun olmadığı, o anki şartlar için dogru oldugu. Her nasıl newton ve einstein'ın teorileri zamanla çürütülüp, yerlerine yenilerini bıraktıysa, bilim de o şekilde, insanların benim yaratttığım evreni algılama çabalarıdır. Ben hiçbir şeyi onların ulaşamayacagı bir yere koymadım. Sadece biraz daha ugrası gerekiyor. Bir de tabi insanlarin olayları çıkarları dogrultusunda birebir tercüme etme hevesleri var. İncil'de geçen 'let there be light' cümlesinin bing bang için bir metafor oldugunu anlayamadı insanlar henüz.
- Peki ben şimdi cehenneme mi gidicem?
- Aahaha hayır, sen bana inanmakla beraber, benim insan kavramında bekledigim birçok özelliği gösterdin. Diger her yandan iyi olan bir insanı, kanıt görmedigi bir şeye inanmadı diye cezalandıran bir kişinin adaletinden söz edilebilir mi ?
- Ama islam? incil?
- Her insan bana farklı ulaşır. İsimlerini saydikların yaygın yollarından bir kaç tanesi. ama ben her yerde, ve her seydeyim. Bu yüzdendir ki. Zaten kimin ne kadar müslüman oldugunu sadece ben bilirim.
- Kinaye sezdim biraz?
- Evet, cehennem korkusuyla, çevre baskısıyla, bir yerlere ait olmak hissi için bir dine sığınan insanlardan pek hoşnut degilim.
- Onlar cehenneme mi gidicekler?
- Hala anlamıyorsun.
- Sanırım anlamıyorum.
- Zaten yaşadığını sandığın dünya idi cehennem. Sen oraya günahların yüzünden gittin, zamanını çektin. Şimdi özgürsün.
- Cennete gidiyorum yani?
- Hayır. artık özgürsün. Özüne, kendine, aynı anda yokluğa ve bütünlüğe dönüyorsun.
- Ölecek miyim?
- Bildigin kavramlar içinde ölüsün zaten. Ama asıl zamanın içinde ölüm diye bir şey yok. Herkes kendi hayal gücünün kabusunda yasayan birer bagımsız olgu sadece.
- Büyüksün.
- Ee bi zahmet.
- ...
- ...
- Son bir şey sormak istiyorum ?
- Evet.
- Şeytan kim? nerede?
- Hahahhahaa
- ...
- Şeytan yok ki.
- Ama yazıyor bir sürü yerde.
- Evet yazıyor. Şeytan sadece benim insanın içindeki kötülük, nefret ve hırs duyguları için kullandığım bir metafor, bir ip ucu. Adem ve havva'nın cenetten kovulması hikayesinde yeterince iyi anlattığımı düşünüyorum. Ama siz ölümlüler benim kullandiığım bu betimlemeyi alıp, yaptıığınız her kötülügün sorumlulugunu yükleyecek bir günah keçisi haline getirdiniz. Her şeyi yapan sizken, kendinizi şeytan'a uydugunuza inandırdınız. Söylesene, benim irademe kim karşı gelebilir?
- Hiçbir şey.
- Aynen oyle.
- Bitebilir mi artık bütün bunlar?
- Evet. Artık bütün günahlarından arındın. Hem gerçek hayatı, hem de gerçek hayat sandiığın cehennemi yaşadın. şimdi hep oldugun şeye geri döneceksin. Yaratılan her şey gibi, yaradan olacaksın. Anlasana artık, varlık diye bir şey yok, herşey yoklugun üzerindeki geçici bir ilizyon. Tekil semantik içinde hepimiz dalgalanan bir renksizlik içinde kendimizi tecrübe eden bir simgeyiz.
- Vayyy
-Takdir edersin ki Türkçe'yi de ben yarattim.
- Ehehe. Peki maden şuan ölüyüm, bu omuzuma binen yük nedir?
(Taksim - İncirli otobüsü)
- Abi uyan son duraga geldik, domuz gibi terlemişsin.
- Dürtme lan tamam, kalktık.

1 Ağustos 2010 Pazar

Bakın Bakın Ne Anlatıcam.


Kızlar:

Ne yazık ki çoğu kızımız, sadece kaya gibi çocuk olmadığı için çıkmazlar bazı erkeklerle. Bilinir ki bu erkek çok iyi biridir. bilirler ki bu erkek onu çok iyi anlamaktadır, ona tüm sevgisini vermeye hazırdır.

Ama onlar 'elektrik meselesi' derler, 'karizma meselesi' derler, 'gözünün üstünde kaşı var' derler ve o erkeği değil de, kendisini üzecek, ne idüğü belirsiz, ama 'karizmatik' ve 'elektriği hissettiren' erkekleri tercih ederler. İyi erkekleri de dostları olarak bellerler. Bir de dostumla nasıl çıkarım? kılıfı uydurarak bu işten iyice sıyrılırlar. Bu durumda iyi erkekler farkedilmeyi beklemek zorunda kalırlar.

Bu erkeklerin bir çoğu, çevrelerindeki bu elektriği arayan kızlar, seçtikleri o mükemmel erkek arkadaşları onları üzerken, ağlatırken, aldatırken; kendilerine değer veren bir kızla karşılaşırlar. Bu kız da, aynı bu iyi erkek gibi, sevgiyi aramaktadır. 'ilişki heyecanını kaybetti' gibi sudan sebeplerle ilişki bitirmez bu çift. Çünkü ilişki heyecan yaşamak için değildir, heyecan isteyen extreme sports yapsın abicigim. Bir ilişkinin devamı için gerekli olan heyecan en fazla sevginin yarattığı heyecan olabilir.

Dolayısıyla bu kız ve erkek bir süre sonra nişanlanır ve evlenirler. Her ikisi de parmaklarına yüzüğü takarlar.

Bunun sonucunda da, başta burun kıvırdıkları erkekleri evlenmiş gören kızlar 'bütün iyi erkeklerin parmaklarında yüzük var' diye dövünürler, hiç hakları olmadıkları halde. Üstelik, bu erkeğin zamanında kendileriyle olmak için yanıp tutuştuklarını bilmezden gelerek. Yazık.

Erkekler:

İçine dahil oldugum grup. Hepimizin son çift kromozomu xy haliyizdir. Fakat her erkek hayatının her döneminde sevgili bulabilecek çekiciliğe sahip olmayabilir. Özellikle ergenliğin başından kişiliğin oturması dönemine kadar bazı erkekler ayda bir sevgili değiştirirken, bazıları 20'li yaşlarına kadar doğru düzgün bir ilişki yürütmeyi başaramaz, ve neredeyse hep yalnız kalırlar, ama ona çok yakın olan ve onu gerçekten seven diğer kızlara yönelirler; yani dostlarına.

Ortada daha çok sevecek bir kız bulunmadığından erkekler sevgililerine sakladığı sevgi ve ilgiyi seçtikleri bir dostu üzerinde yoğunlaştırırlar. Hatun kişi ise , 'heyo bir erkek onunla çıkmayacağımı bile bile bana yakınlık gösteriyor, ne salakmış' diye düşünür. Ve ilgisinden yararlanabilir, ikili normal dost kavramını aşmaya başlar, birbirlerine 'kanki-ötesi' diye gibi adlar takarlar. Normal arkadaşların dostların birbirlerine davrandıklarından daha yakın davranırlar. Birbirlerine güzel sözler söylerler. Sarılırlar, hatta el ele tutuşurlar. Dışarıdan bakıldıklarında sevgili gibidirler, ama aslında değildirler. Onlara sorarsanız sadece çok seviyoruz birbirimizi ama bunun adı aşk değil diye cevap verirler.

evet, o iki insan birbirleri için artık özeldir. ama işin içinde aşk'ın 'a' sı yoktur...

öyle midir gerçekten?

Kız bilir mi o erkeğin neler çektiğini? aslında neler istediğini? aslında neler yapmak isteyip de, haykırmak isteyip de haykıramadığını?
Ben size ne hissettiklerini bir kaç cümleyle anlatıyım hemen.

- Öf be, fenerbahçe yine yenildi, ama, kuru fasulye güzeldi.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Türk Dizileri


Yapı olarak elektronik geçmişi olan bir insan oldugumdan, ne kadar telefon kullanmayı 23 yaşında ögrensem de, tv ve bilgisayara karşı acaiyip ilgiliyimdir. 48 saat tv karşısında kaldıgım zamanlar olmuştur, izlemedigim nadir diziler ve filmler olmakla birlikte bu başarımı sizinle paylaşmak istedim, velakin çok da sikimdeydi diyeceksiniz. Ben bunu diyeceginizi bildigim için baştan tavrımı koymak istiyorum size. 'oraya gelirsem azının ta orta yerine sıçarım' - bu konuda anlaştıgımıza göre anlatacaklarım var dinleyin.

şimdi ben yıllardır csi:ny izliyorum, ondan evvel discovery channel ve crime channel'da ilgili programlar izlerdim. Yani entelektüel biriyim anlayacağınız, haliyle gossip girl'ü de izlememiş insanları kendime yaklaştırmam, o yüzden uzatmadan direk konuya girmek istiyorum, biz de ki çakmasıyla karşılaştırırken blake lively gibi bir hatunun oynadığı rolü, koskoca Türkiye Cumhuriyeti' nde sinem kobal gibi bir anguta vermişlerse, milletçe daha gidecek çok yolumuz var demektir inanın. Lan sende mi izledin diyeceksiniz -ki evet bi kaç bölüm izledim. Ama hala asker de olsaydım inanın bütün bölümleri izlerdim. Tamam her şey çakma bariz, liseli kızların giyinişleri, arabaları, onları hepimiz biliyoruz, ben zaten lisede hep arabamla giderdim okula, ehliyeti de 7 yaşında verdiler bana. ama benim uyuz oldugum nokta şu iki tane fakir kılıklı velet, i phone u olan fakir mi olur mına koim. Maçka da nefis bi ev, nasıl fakirsiniz anlamıyorum ki. Ayrıca şu dialogu da yazmadan edemiyecegim.

-ben su, kayboldum
-tamam nerdesin?
-bilmiyorum.
-kıpırdama, geliyorum.

Mutfaktan salona geçiyor sanki pezvenk. Sanırsın telefonun da yer tespit edici var.

Neyse bir diğer dizimiz de csi:ny çakması kanıt dizisi. Ulan ben senelerdir polislerle içli dışlı bir adamımdır, hiç olaylara böyle yaklaştıklarını görmedim. Bizim türk polisini ben 1 mayıs da görürüm ( onuda zorla götürüldükleri için) bi de kahvelerden çorba parası alırken. İşi gücü yok adamın bi de olay yerine mi gidecek.

- amirim olay yerinden geliyoruz
- evet neymiş olay ?
- of of ne olaylar çıkmış ne olaylar
- nasıl yani ?
- ohooo anlatmakla bitmez.
- söylesenize olum
- söylenecek gibi değil
- yine gitmediniz dimi lan olay yerine ?
- ehe he kahvede pişpirik oynuyorduk.

Aha size bariz olay yeri türk polisi. Zaten hiç bir şeye zamanın da yetişemediğinden mecbur sonradan inceler bizim türk polisi olayları.

- amirim olay yerine geldik
- heh !
- burada fosiller falan var
- biraz geç gelmişsiniz sanırım
- evet baya bi geç gelmişiz.
- e dönün bari
- orayada gecikmeyek şimdi ?
Böyle dialoglar olsaya süper reyting yapar. Ehuhu mehuhu

Bilakis olayı görmemekte de üstüne yoktur bizim suç mahali polislerinin.

- amirim burada birkaç kurşun çekirdeği buldum.olayla ilgisi var mıdır?
- sanmam.biri düşürmüştür, herhal. onu al kolye yaparız.
- peki bu silahı ne yapalım?
- olayla bir ilgisi yoktur bence; at gitsin.
- benim olsun mu amirim, çok güzel yaa?
- olsun mına koim.

Diyeceğim o ki; burdan türk dizi yapımcılarına sesleniyorum.
- Nenenizin emine koim.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

İş Başvurusu.


Yığınla gittim bunlara. Çok büyük kurumsal şirketlerden tutun da köhne bir binanın ikinci katını kapatan yerlere kadar. İş yerini bulmak için dudullu, ümraniye sokaklarında kaybolduklarım da oldu. Sırasıyla insan kaynakları sorumlusu, insan kaynakları müdürü, departman müdürü, genel müdür, şirketin ceo'su olan bıyıklı amcalara kadar, türlü salak soruyla karşılaştım:

- En beğenmediğiniz özelliğiniz? ( en beğenmediğim özelliğim toplum içinde zort zort osurmaktır)
- Kitleleri peşinizden sürüklediğiniz bir olay var mı? (he var, halı saha maçı düzenliyorum her hafta)

(demek isterdim ama)

- en beğenmediğiniz özelliğiniz? (çok dürüstümdür)
- kitleleri peşinizden sürüklediğiniz bir olay var mı? ( lider ruhlu biriyimdir, kişilere hitap etmesini bilecek bilgiye sahibim)
gibi yalanlar oldu.

Uzmanların dedigine göre gözlerin önemli bir rol oynadığı görüşmelermiş bunlar, zaten mantıklı olan da o. Adı üstünde görüşme, elle olsa elleşme, ağızla olsa yiyişme derlerdi dimi ama. Ehi he.

Görüşmeler olumlu geçtiyse genelde son olarak şöyle bir soru sorarlar: 'peki sen kendini 1 yıl sonra bu şirkette nasıl bir yerde görmek istersin?
en sinir eden sorudur bu, aslında genç ve güzel olan personel müdürüne kendimi 1 yıl sonra sizin kollarınızda görmek isterim demek istersin o an.

Görüştügünüz o insanlar hepsi bir sevimli hayalet casper tadındadır, herkes bir amerikan futbol takımı kaptanıdır ve görüşme tam bitecekken, tam kurtuluyorum derken;

- Sizi neden işe almalıyız ?
- Fuck.

13 Temmuz 2010 Salı

Asker de İlk Gün.


Daha acemi birliğine teslim olalı sadece 5 saat olmuş üstümüz hala sivil, levi's jean, adidas ayakkabı filan, o derece yani. Neyse sağ ve sol kola iğneleri yedikten sonra verilen kamuflaj ve botları sürükleyerek man kamyon tepesinde bir binaya gelmişiz bir takım sayım-kıyım işleminden sonra bizi bi koğuşa getirdiler tabii herkes birbirine fransız. Aynı mahşer günü gibi, herkes mala bağlamış çaresizce birbirine bakıyor. Yol yorgunluğunun vermiş olduğu ağırlıkla ve 'free takılırım ben istanbul çocuğuyum' raconu kesmek için bir ranzanın üst kısmında inceden uykuya dalmışım. Haliyle rüyalar alemindeyim ama nasıl bir kaderse rüya barda geçiyor kızlar filan, manitalarla beraber takılıyoruz (platonikler de dahil buna, anjelinacıgım sende dahilsin) ortam yıkılıyo tiesto falan çalıyor kendimizden geçiyoruz, alkol 300 promil. Sonra derinden bi ses yankılanıyo kulaklarımda ' Kalk Lan ordan yorram, benim yerim orası' diyen doğu aksağanlı 3 e 5 bi çocuk.
Ben noluyo lan edasıyla uyanır uyanmaz acı gerçeğin ekşi tadı damaklarımda beliriverdi.
-Peki diyebildim. Peki nedir ya.

Sonrasında kalorifer önüne uzanan kediler gibi sinmişim bi yere, lakin uyku denen bir şey yok sürekli tedirginsin, sabaha kadar malak gibi bekliyorsun. Benim gibi anarşik ruhu olan biriyseniz ve saçınızı kesmeden gitmişseniz askere, ilk olay şudur hemen belirtiyim. Bi tane berber ocağına götürülürsün: sana kötü yola düşmüş ispanyol orospusu gibi bakar o saç kesen eleman, köydeyken mesleginin koyun kırpmak oldugunu övüne övüne anlatır sana. Sonrasında moralin bozuk bi köşede sigara içmek için ecel teri dökerken, askerliginin son dönemini yaşayan usta askerler sinsice yaklaşırlar yanına, ve gariptir ki senden 3, 5 yaş küçük olmalarına ragmen bir abi havası takınırlar.

- Üzülme yiğenim. Burada sessiz olursan ezilirsin gibi ögütler filan. Sonrasında, bi cügara virsene.
- Al.
- Burada bagırıcaksın yigenim, dışarda bagırana deli burada susana deli denir. Arkadaşa da bi cügara virsene.
- Al.
- Burada akşam 5 olunca komutan biziz, herkes gider biz kalırız. O yüzden komutanları değil bizi dinliceksiniz. Bi cügara da virsene, kulak arkası yapim.
(Ananın amı, içimden söylüyorum tabi)
- Peki.
- Hadi torun görüşürüz, diyerek uzaklaşan şen kahkahalar duyuyorum sonra.

Usta olan askerlerin sözlerini dinleyerek, komutanlar ne derse deli gibi bagırıyorum. Bağdemciklerim hop dışarda hop içerde, hava da deli gibi soğuk. Rahat 250 kişi rahat varız berbat da bi kar yağışı, rütbeleri de yeni ögrenmişim, bi tane astsubay geldi sundurma altında toplaaan diye bi haykırdı ki, sanırsın anasını skiyolar, herkes girdi sundurmanın altına ben malım tabi en sona kaldım, tam astsubayın önündeyim, adam gibi oturun ses istemiyorum dedi ve bana dönüp yerdeki şu izmariti al at len dedi, sevindim bi an benimle iletişim kurdu diye, ordan biri emredersiniz komutanım çaktım ki aman allahım tabur inledi, demez mi sonra, tabi emredecem y....rrram, yalvaracam mı sana demesiyle bir kahkahalar uçuştu ki havada, hiç böyle utanmamıştım.

- Peki, dedim onada.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Hafta İçi Her Gün.


Ortaokul yıllarım. O bedbaht günü hatırladıkça hala tam şuram sızlar. Bir sabah her zaman ki gibi pastaneden iki poğaça ve bir adet vişne suyu almış, okul yolunu tutmuştum. Benim okula gitme nedenlerimden biride, o iki adet poğaça ve bir adet mevye suyunu gönül rahatlığı ile mideye indirmekti zaten, yoksa hiç sevmezdim okulu filan, fakat aç olan sıra arkadaşlarımdan bir türlü bu isteğimi gerçekleştiremiyordum. Sürekli benim o iki adet poğaçam ve zar zor para denkleştirerek aldığım bir adet mevye suyumdan faydalanıyorlardı. Ben ortaokuldayken iyi bir çocuktum ama. Yiyeceklerimi arkadaşlarımla paylaşıyor, öğretmenimin gözüne ışıldayan gözlerle bakıyordum. Hatta ara sıra okulun arka bahçesinde şirinleri bile görebiliyordum. Ama bir yerden sonra kapitalist sistem beni de etkisine almıştı, aa yeter lan sikerim böyle işi diyip, poğaçam ve meyve suyumu tek başıma yeme istegine karar verdim, sokarım şirinlere de, ışıldak gözlere de, demeye başladım. Poğaçalarımı kendim tek başıma yemek istiyordum, kendiminkilerle birlikte arkadaşlarımınkini de yiyim diye düşünmeye başlamıştım. Planlar yaptım, ve pastaneden aldıklarımı okulun en kuytu yerlerinde tüketmeye karar verdim. Kendi poğaça ve böreklerimi bu şekilde okulun en kuytu yerlerinde tüketiyor, daha sonra sınıfa çıkıp arkadaşlarımın poğaçalarından da yiyordum. Bu sırada içimden hain kahkahalar atıyor, yaptığım bu kötülüğün verdiği haz ile orgazm çığlıklarına boğuluyordum. Ama kimse bilmiyordu. Neyse, yine böyle bir güna, ben okulun en ücra köşesinde poğaçamı ve meyve suyumu mideye indirirken, sınıf arkadaşlarım uzaktan göründü. Bana doğru geliyorlardı. Bana baktılar, ben onlara baktım. sonra çılgınlar gibi birbirimize koşup seni seviyorum dedim, tabi gönül böyle olmasını isterdi tıpkı filmlerdeki gibi ama öyle olmadı, yaklaşık bir 20 saniye böyle birbirimize bakakaldık. Yapacağım en akıllı hareket, kalan son poğaçayı bütünüyle yutmaya çalışmak olacaktı. Gözlerimdeki bu hayvani düşüncenin farkına varan arkadaşlarım, ' boğazını tutun boğazını migdeye gitmeden yakalayalım ' diyerek bana doğru koşmaya başladılar. Gözüm dönmüştü. Düşündüğüm gibi kalan son poğaçayı bütünü ile ağzıma soktum. Arkadaşlarımın az önceki çığlıkları, bu hareketimden sonra yerini ' zehir zıkkım olsun ' feryatlarına dönüştü. Tam bu sırada bana tekme ile uçuyorlarken, az önce yuttuğum poğaça burnumdan sümükle beraber çıktı. Şok olmuştum.

Arkadaşlarımda şok olmuştu. Yoldan geçen bi kaç kişide şok oldu, derken bu virüs ülkeyi kapladı, şok olan olana inanır mısınız, onu başka bi zaman anlatıcam ama, neyse, böyle bir karenin ana kahramanlarından biri olmaktansa, ölmeyi tercih ederdim. Hem bu gizli yaptığım şey ortaya çıkmış, hem de, bütünüyle yuttuğum poğaçanın burnumdan sümükler ile çıkmasına arkadaşlarım tanık olmuştu. Ölüm gibiydi benim için. Yakalanmak bir şey değil, son anda yaptığım hayvanlığı görmeleri idi benim için sorun olan. Acaba ne yapabilirim diye düşündüm. Bunumdan çıkan poğaçaları elime alarak arkadaşlarıma döndüm ve ' bakın size de ayırdım yemez misiniz?' 'dedim. onlarda ' siktir git lan şerefsiz ' dediler. ' peki ' dedim ve oradan uzaklaştım. O ışıldayan gözlerle öğretmene bakan çocuk, yitip gitmişti o andan sonra. Şirinleri de görmemeye başlamıştım. Ayrıca sokıyım şirinlere, mına kodugumun mavi şeytanları, olayın en acı tarafı ise, poğaçaya zam yapmıştı gaddar pastaneci. Poğaçaya yapılan zam ile, o küçücük yaşta hayatın ne kadar hayvanoğlu hayvan olduğunu anlamıştım.

İşte böyle gönül dostlarım. Hayat çok ipne.

2 Temmuz 2010 Cuma

Nice Mutlu Senelere.


J
ohann Christian Friedrich Holderlin
´
in bi şiirini okudum geçende. Yalnız ne uzun ismi var dimi, zaten benim de sizin gibi şiiri değil ismi çekmişti hemen dikkatimi. Şöyle başlıyor. 'Çocukken ara sıra kurtarırdı bir tanrı beni. İnsanların bağırışlarından ve sopalarından; masum rahat, oynardım o zaman' diye devam ediyor. Malum yeni yaşımı doldurmanın ebleh sevinci içindeyim, sanki bi bok olmuş gibi. Neler geçirmişim diye şöle bir baktım da tarihe;

Günlerce odanın bir koşesinde el sürülmeden duran oyuncagını misafirin çocugu isteyince, çıglıklar koparan ve 'ben ep onlan hoynuyom' diyen çocukluğum.

Annesinin en steril koşullarda yaptıgı bulgur pilavına 'hep sevmedigim yemekleri yapıyorsun' diye hönkürüp, gidip yurt odalarında veya asker de tabldotlarında son bulguru parmagıyla dilleyen gençligim.

Babasından aldıgı 100 milyonu 2 günlük harçlık gibi görüp, aldıgı ilk maaşın 100 milyonuyla gelecek hayalleri kuran diger genç.

Malum yaşlanmadık daha, parıl parıl parlıyoruz. Yalnız 26 oldu be, ne kadar özledim ulan seni velet bi bilsen.
He bi de;
- Abi hatırlıyor musun, sonra gidip ayşe teyze'yi dikizliyorduk?
- Ulan söylenecek laf mı bu şimdi.

22 Haziran 2010 Salı

Nice Yıllara Lou Salome


Acaip küfür içermekteyim. Peşin çalışırım yalnız, başını ağrıtan lou salome'u sikeyim. Bu dünyada iki yüzü olan ne varsa ve demokrasiyi, dikta ile yönetilen ülkelerde ticaret yapmanın zor olacağını düşünerek savunan zihniyeti de. Burjuvazinin işçiliğini yapan işçinin monarşi anlayışını da. Devlet öncesi dönemi huzursuzca düşleyen kim varsa.
Toplum sözleşmesini, güvenlik ihtiyacına bağlayanları da. Arz ve talep eğrisinin çatı katını da. Maliyeti düşürücü yaptırımları,esnek satışa sahip mallara konulan zamları da.
Yunanlıları, rusları, yahudileri ne kadar ırk varsa, ege denizinde üzüm yiyip, karı kızla oynaşan felsefe anlayışını da.
güzel-iyi, çirkin-kötü karşılaştırmalarını ve fakat anlamayanları da.

Yazın türlerini sıkıştığı kalıptan çıkarmaya hevesli kim varsa, ona ket vuranını da. Anton çehov denemelerine burun kıvıranı da.
Noluyor lan deme dur bi dakika dinle. Attila ilhan'ın kağıt kalem kullanmadan şiiir yazdığını hatırla.

He unutmadan lou salome'u da sikeyim.

Bir yılın iki yüz günü koma içindesin.
Vinnet geçirmektesin.
Köpek gibi sevmektesin abi.
Belki çıldırmak üzeresin.

tennuri bak ne dedi:

Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa,
İkiside cana safa:
Kahrın da hoş, lutfun da hoş

Abi sana yalnız kahır veren zihniyetin yapı taşını da. Çekilişleri, kuraları tek çizgi pantolonları, saat aralıklarını
evrakları da sikeyim. Herşeyin fiyatını bilip, hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen özgeçmişi kredi kartı ekstresinden ibaret her bireyi de. Bütün oyunları, desiseleri, fendi, hileyi de. Sindiremeyen herkesi de tevazuyu da enaniyeti de sikeyim.
Unutmadan lou salome'u da sikeyim.

tart ordan beşyüz gram, mesir macunu yiyelim.

bir anlayış düşün ki abi her şeye kapalı. Sabit fikrin en alası. Dur bir dinle bak. Anlatamazsın söz ile. Gösterirsin, belli edersin oralı olmaz ahmak. Neyzen'e üfleteyim bari bunu dinle:
İnsanoğlu gariptir,
Her lafı kaldırmaz,
İbne dersin kızar da,
Sikersin aldırmaz.
Derinliğiniz metre hesabına gelmez, hacminiz zaten hak getire. Bir zihniyet düşün abi, dövmekten beter etmek az gelir.

Seni kana bulayan ne varsa abi komada yaşatan, kalbini kıran ne ise, ne ise anlamamakta ısrar edilen tarihe adını yazacağını bilemeyen, kim varsa rıza göstermeyen, seni yalnızlaştıran ne varsa, ne varsa sözleri saçma bulup
primi şaklabanlığa akıtan, soğutan neyse abi
yaşamaktan
ne varsa sikeyim.
lou salome'u da sikeyim.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Uyuyan Güzel Hitler


Vakit zamanın da bir ülkenin godoman kralının bir türlü çocuğu olmamaktadır. Artık kendisindeki sperm eksinkiğinden mi karısındaki yumurtlama probleminden mi bilinmez bunlar çocuk çocuk diye kıvranmaktadırlar. O zamanlar tüp bebek de bulunmuş olmadığı için, dönemin cadıları büyücüleri bi seferber olmak olsun bi büyüler yapmak olsun bunlara yardım etmeye çalışırlar. O zaman cinci hoca da yok okusun üflesin. Tüm yetki üç beş koca karının elinde, anlayacağınız durum zor yani.
Neyse adı geçen büyücülerin de yardımıyla, ateşli geçen bir gecenin sonunda kralımız kraliçemizi hamile bırakmayı başarır. Artık dokuz ay on gün sonra, al yanaklı, pambık tenli, sırma saçlı, kiraz dudaklı bir kızcağızları olur bunların.
Kızın doğum gününde tüm cadıları çağırırlar ama Trakyalı cadı şehriban'ı unutmuşlardır, o da davet edilmediği bu parti ortamına akar, kralla kraliçenin karşısına dikelir, 'Lan boklular ! ben olmasam iki elle bi siki doğrultup yapamayacağdınız bu kızı be yavv! götünüz mü mı kalktı çocuk sahıbı olanda ? şinci ben size bi büyü yapayım da bu kızınızdan olun' der ve ekler. 'aha da bu kızan, 15. yaş gününde eline zehirli bir iğ batarak ölecektir' der. Ve tozu dumana katarak gider. Kralla kraliçe orada bulunan prensesin peri annesinden yardım diler, peri anne de büyüyü ortadan kaldıramayacağını ancak değiştirebileceğini söyler ve 'prenses eline iğ battığında ölmeyecek ancak yıllarca uyuyacak. Taa ki onu gerçekten seven bir prens onu öpene dek. diye ekler.
Krallan kraliçe dellenirler. Şehirdeki tüm iğleri toplatır, iğ kullanımını yasaklarlar. Neyse günler geçer gider. Bu arada prensesi de saraydan dışarı çıkarmaz bunlar, başına bir şey gelir diye. 15. yaş gününün arefesinde alık prenses, merakını yenemez. Zaten kendisi malın tekidir, hafifte sarışınlık var tabi. Krallığın surlarının hemen dibindeki bir kuleye gider. Onun çatı katında iğle ip eğiren bir yaşlı kadın görür. Hayatında hiç görmediği bu alet pek ilgisini çeker, lök diye atlar 'bu ne hamuna koim ya ilk defa görüyorum der, ben de deniyim, deniyim, deniyim.' diye tutturur. Yaşlı kadın da dayanamaz kıza verir iği, ancak bu alık kızımız, hayatında elini sıcak sudan soğuk suya sokmadığı için, iği kullanmayı başaramaz ve iğ eline batar. Çıkan bir damla kanla, alık prensesimizin yere serilmesi bir olur. Anası babası da bu malı arıyorlar bir yandan. Neyse bulur anası babası bunu, kocakarı yok tabi ortalarda. Bu arada o kocakarının bizim kötü cadı olduğunu anlamanız için burada bir kez daha belirtmem gerekmiyor her halde. Ehue, neyse bunu alırlar allı güllü yataklara yatırırlar. Sonra da peri annesini çağırırlar.
Kralla kraliçe der ki;
'Biz bu acıya dayanamayık... bizi de uyut.. uyanınca birlikte uyanalım..' peri anne tamam der... tüm krallığı uyutur. Krallığın etrafını da dikenli çalılarla sarar ki girmesi zor olsun diye. Yıllar yıllar geçer. Bu dikenli çalılar gün geçtikçe genişler, kimse aşamaz ve krallığın yolu, prenses efsanesini, krallık hazinesini duyan cengaverlerin cesetleriyle dolar. Yıllar yıllar yıllar hatta yüzyıllar geçer. Yüz yıl sürmesi beklenen bu uyku beklenenden çok daha uzun sürer. Ancak bir gün, evet evet bir gün bir yiğit bu büyüyü bozmak için harekete geçer. Tanklarıyla tüfekleriyle polonya' ya dalan hitler, efsaneyi bi yana bırakarak: 'ulen bu polonyalı pezmenkler, yüzyıllardır uyuyor, kaldırın fırınlara atalım şunları.' diyerek krallığa saldırır.
Ancak unuttuğu bir nokta vardır ki o da alık prensesin güzelliği, çalıları aşar, surları yıkar, krallığa dalar. Prensesin odasına girer, aman bir ahu dilber, aşık olur lap diye öper. Prenses uyanır, o da hiteri öper. Orada bi ayaküstü sevişir bunlar, ardından kralla kraliçe de uyanır. Hitler prensesi alıp şatodan çıkar. Arkasına dönüp askerlere emir verir. 'Fırına fıra-ına. hepsini hepsini.'
Ne olduğunu anlayamayan ahali, kendini fırınlarda bulur. Yüzlerce yıl sonra cayır cayır yanarak can verirler.
Prensese gelince, hitler iktidarsız olduğu için, hitler'in propaganda başkanı göebel ile takılmaya başlar. Hitler bu ikisini vuruşturup izlemektedir. Ayrıca yahudi ve polonyalı hizmetçilerle prensese gurup yaptırıp onu da izlemektedir.
Bir şekilde hitler'in elinden kurtulan prenses, amerika'ya kaçar, orada bir dizi estetik operasyon geçirerek, daha kısa daha tombul olur. Adını da marliyn monroe olarak değiştirterek, hollywood piyasasına akar. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Alık prenses, ana babası, bizim 'Türk' t
rakyalı cadımız şehriban'ı baloya davet etmeyerek çok ağır bir bedel öderler.

Ölümsüz şehriban'larımızın anısına.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Nasreddin Hoca Benim.


Tanımayan yoktur bu ünlü hocamızı, evrenin belli zaman aralıklarında yaşamış. O tarihten günümüze kadar matah espirileri varmış gibi, orta okul, lise ve üniversite de sikti kafamızın ayarlarını. Şuan milli piyango alsam 'ya tutarsa' espirisi geliyor hemen aklıma. Neyse geçen gün yeğenimin elinde gördüm kendisinden uyarlama kitabını, şöyle bi göz gezdirdim, abi hiç akıl karı işler degil. Düşündüm de ya köyün delisiyse bu hoca ve o zaman aralıklarında bunla taşak geçiyorlarsa. Olabilir tabi.

Parmagı burnunda, Ehuhu mehuhu diye koşarak, bugün bindigim dalı kestim hehe sonra da eşekten düştüm aman canım ne önemi var zaten inicektim, diyen bi adamı gözümde canlandırdım da yanlış insana mı saygı duyuyoruz yoksa.

Ya da bir bilim insanıysa? ve kimse onu anlamıyorsa, o da olabilir.
- Bugün bakteriyofaj ortamının mineral oranı yüksek suyla etkileşimi için bir deney yapayım dedim. Eldeki imkansızlıklardan dolayı bakteriyofaj için yoğurt, minerali yüksek su içinde bizim gölü kullanmaya karar verdim. Birkaç münasebetsiz alaylı alaylı, hoca napıyon demezler mi? espri olsun diye göle maya sürüyorum dedim. Nerden bileyim bu kadar ciddiye alacaklarını. Allah bilir nesilden nesile aktarırlar bunuda.

Bu da olabilir.

Hayır o zamanlar ilim bilim çok mu yüksek seviyelerdeydi, bugün ki tarihimize ismini taşıyan kişiler, bilim adamları, düşünürler, müzisyenler v.b. Belki de pezevenkti nasrettin hoca.

Hoca, bi fahişe gidiyo.
Banane.
Sizin eve gidiyor ama.
O zaman sanane.
Yani işin aslında özü, burada hocanın biri önemi yok.

- Hoca ne yapıyosun bindiğin dal kesilir mi ?
- Hoca göle maya çalınır mı ?
- Hoca ipe un serilir mi ?
- Hoca hiç eşek konuşur mu ?

İşte hocaya bu soruları soran adam aslında ünlü bir düşünür, bugün ki tarihimize gelmeyi hakeden kişi nasreddin hoca degil bu ismi bilinmeyen kişidir.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Günlük


Sabah uyandım ve dedim ki oğlum volki, herkes günlük tutuyor senin neyin eksik. Sende hisli, duyarlı bir insan evladısın. Al eline kağıdı, kalemi bu günden tezi yok başla. Daha sonra gittim bizim köşedeki kırtasiyeye, kıydım paraya iki buçuk milyon liraya seni satın aldım. Şimdi hemen kızma satın almak falan ne oluyor diye. Neticede sen bir metasın günlük. Piyasa koşullarında belirlenmiş, arz ve talep dengesi doğrultusunda oluşmuş bir fiyatın var. Neyse günlük konuyu uzatmayalım. Neticede fiş de almadım iki iki yüz elliye bıraktı kırtasiyeci sağolsun.

Öğlenleyin pek bi sıkkındım günlük. Çıktım dışarı biraz hava alayım diye. Bizim mahalleden hikmet abiyi gördüm. Abi dedim böyle böyle, ben günlük tutmaya başladım. Artık gün içinde yaşadığım olayları, acısıyla tatlısıyla tarihe not düşmek amacıyla günlüğüme kaydediyorum. Ben böyle deyince hikmet abi bozuldu bi. 'ne lan böyle antin kuntin konuşmalar, delikanlı adam günlük mü tutarmış. İpnemisin oğlum sen' dedi. O böyle deyince, ben de hafif gaz bir insan olduğumdan dolayı bir anda günlük olayından tiksindim. evet abi haklısın sikmişim günlüğünü, gel şurdan iki bira alıp sahilde içelim dedim. İşim var dedi. Gitti.

Neyse günlük akşama doğru eve döndüm, oturdum öğlenki konuşmamın analizini yaptım. Kendi kendime hikmet abi bok yesin, ben günlüğümden vazgeçmem arkadaş dedim. Sonra tekrar konuyu hikmet abiye açıp son bir fikir danışayım mı acaba diye düşündüm. Bu gel-git'lerimin ardından ulan ne kararsız bi adammışım ben be diyerek adeta kendimden de tiksindim. Bi ara konuyu babama danışayım mı diye içimden geçirdiysem de altta pijama, üstte gömlek-kravat mehmet ali erbil'i izliyor olduğunu görüp, adamı kıllandırmayayım, gün gelir açar mevzuyu, anlatırım dedim. Neyse günlük lafı uzatmayayım. Nihayetinde işim var gücüm var bütün zamanımı sana harcayamam. İşte uzun ve meşakkatli bir günün ardından sonunda yazmaya karar verdim. Ama tam başlayacakken kafama bişey takıldı. Hikmet abiyi arayayım dedim. Çağrı bıraktım iki kere aramadı, ödemeli yaptım kabul etmedi. En sonunda gizli numaradan aradım açtı. Abi dedim aklıma takıldı günlüğe başlarken ne yazılıyordu. Sevgili günlük yazılır dedi. Sonra durdu bu, sesi titredi. Abi dedim yoksa ? sustuk, gözlerimizden yaşlar boşandı.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Şarapçı Baba, Naber?


Kimine göre taksim, kimine göre İstiklal caddesi, bana göre de beyoğlu denilen yerdeyim. Vakit gece yarısını geçmiş, kafam atmış, klasik bir haziran gecesi. İki duble yaptım 6-7 türkü dinleme süresinde, yapayalnız iniyorum beyoğlu’ndan aşağıya doğru. Mendilci çocuklar, piyangocu amcalar, kestaneciler sağlı sollu dizilmişler sokak kenarlarına. Biraz vakit geçsin şunları izleyeyim. Gençler içince sapıtmışlar yine, kızlı erkekli gruba sataşan kızsız grup, abazalık da değil bu, tamamen kıskançlık, laf atmalar sevgilileri küçük düşürmeler, nerede kaldı delikanlı gençler. Gene kimsenin yemedi yumruğunu kaldırmak, uzlaşıldı, devriyeye gerek kalmadan.

Yürümeye devam ediyorum, saat de epey kabardı, eve gitmeli, ışığı üfleyip zıbarmalı derken çakır keyif kafamla, kaldırımın kenarında gözüm ilişti bi şarapçıya. Oldum olası sevdim ben bu tipleri, takıntısız, alakasız, dünyasız tipler, adam gibi isterler şarap parası var mı diye, sömürmezler yani kimseyi, bi ekmek parası diyen duygu sömürüleri yok bunlarda, bakıyım bir cebe varsa bozuk veriyim bi şarap parası diyerekten yaklaşıyorum yanına, durum vahim, saç sakal girmiş birbirine, eğiliyorum.

- Hoopp. Abi. Kalk üşüycen git bi şarap iç.

İplemiyor, baygın bayık halde suratıma bakıyor, ısrar ediyorum kalk, kalk diye. Kolları paltosunun içinde, çıkartıp dizime tutunuyor, üzerinde bir şey yok, ayaklanmaya çalışırken, sağ kolundaki omuz başlangıcında 'Ah I Anam' çizili bir dövme. baka kalıyorum bi süre dövmeye, sonra toparlıyorum kendimi,

- Üşümmüyor musun böyle ya diye soruyorum.
Ses vermiyor.

Canı yanıyor ama hissediyorum, üzüldüm durumuna, keyfim de yok zaten.

- Baba be dedim, arkadaş olsana bana, bi meyhaneye gidelim, bir büyük yapalım senle, bulursak sıcak bişeyler de yeriz.

(salak der gibi baktı suratıma, haklıydı ne işim vardı ki evsiz biriyle)

- İyi dedi gel gidelim. (sigara gırtlagı tonuyla)

Epeyce yürüdük, karanlık sokaklardan geçip girdik izbe bir meyhaneye. Nerden geldi bu cesaret bilmiyorum, aklıma da gelmiyor, neyse pek konuşmuyor, birinci büyüğün son dublesine kadar laf etmedik, sonra konuştu;

- Sen de iyi içermişsin.
- Çocukluktan be baba.

İkinciyi açtık. Kafa epey doldu.

- Kızmazsan sana bişey sorucam dedim.
(kafasıyla ileri geri olur verdi)
- Niye yalnızsın?

Gene sustu, bir saat konuşmadık yine, kafam güzel tabi döktürüyorum yine.

- Baba be dedim şurdaki tekelle konuşacam, sana günde 3 şarap alacam, her ay gelip önceden vericem parasını.
- Olmaz dedi acıyamazsın bana.
- O zaman dedim bugünlük sadece.
(kafasıyla ileri geri olur verdi yine)

Mekandan çıktık tekele gidip söz verdigim 3 şarabı aldıktan sonra, baba iyi bak kendine deyip eve gittim.

Aradan 4 ay kadar geçti, arada bir buluşup içiyoruz. Her buluşmamızda 3 şarap alıyorum.

Bir akşam çıktım, koca beyoğlu’nu dolaştım bulamadım. Sordum soruşturdum, kulübesini buldum. Etraf çok kötü kokuyordu, yatağında sızmış, kaldırdım, yüzüme baktı tersledi beni,

- Defol git. Diyerek kovdu.
- Baba dedim bişey mi oldu.
- Defol ulan diye ittirdi yine, 3 şarap aldın diye sahibimiz mi oldun.

Şaşırdım kaldım bir müddet, oturdum yanında.

- Kalk dedim gidelim içelim bi yerde. Ne olduğunu anlat.
- Ehh be diyerek başladı küfürlere. Sizin gibileri bilirim ben, bana acıyarak iyi bişey yaptıgını mı sanıyorsun, dosttun oldugumu mu sanıyorsun. Bir kaç hikaye yaşamak isteyen hippiden başka bişe degilsin lan göt. Hayatımda neler oldugu ile mi ilgilenmek istiyorsun. Siktir git lan burdan diyerek itti tekrar.

Beynimden vurulmuşa döndüm. Çıldırdım.

- Sen dedim adam değilmişsin. İç iç geber burda. Savaşma sakın. Evet acıyorum sana, ama senin bana acıdıgın kadar değil.

Kızdım sonra kendime, oğlum dedim ne yapıyorsun sen?
Aradan yıllar geçti. Okuldu, işti, güçtü falan derken, yine sıkılmışım çıktım beyoğluna gece yarısı üç filan, istanbul boşalsa da bu beyoğlu hiç dinmiyor be, bankaya ugradım para çekicem. Biri dokundu omzuma. Takım elbiseli, sinek kaydı traş bi adam. Elinde kendisini zengin gösterecek bir çanta.

- Buyrun dedim.
- Baba be içelim mi. Anlatacaklarım var sana. Dedi.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Beyaz Adam


Beyaz adam bugün çok sakin, ama çok yoruldu, biraz daha büyüyecek, biraz daha gitardan layla solosu çalmaya çalışacak. Beyaz adam duaları kabul ediyor. Ama söz vermiyor. Risk almıyor. Aferin beyaz adama.

Var olabilmek için gerekli kuralları okudu ve kabul ediyor. Bir kelime var ama aklında, hatırlamıyor, tıpkı bir kızılderilinin kafasına beyaz adam süngüsü yemeden hemen önce sarfettiği son sözler gibi bişey. Kulağına hoş geliyor sadece, biri söyleyince çaktırmadan gülümsüyor. Tosbağa da bir kelimedir mesela, onu da çok severim. Ama o başkaydı. Bi çeşit köprü gibi bu kelime, köprünün ayakları var köprünün ayakları çelik. Ağacı oymuşlar gönlü delik, ama olsun beyaz adama acımadılar. Beyaz adamı yaktılar. Canlı canlı yediler. Olsun haketmiş pezevenk. Ama balık haketmemişti.

7 Mayıs 2010 Cuma

Asker Röportajı


Sevgili arkadaşlarım, saygı değer komutanlarım ve siz çok değerli aile büyüklerim. Bildiginiz üzere çok uzun bir dönem 'tertibim! bi şafak patlat ki serinleyelim' cümlesinden de kolaylıkla tanıyabileceğiniz gibi ordu malıydım. Lakin askerliğide yaptın artık evlendiririz seni cümlelerinden ve akabin de bir askerlik anısı anlat da daşaklarım serinlesin sorularından o kadar sıkıldım ki Ayşe Arman'la bir röportaj yapma gereği duydum. Bunu sizlere sunarken, yaptığınız espirileri sadece sizin yapmadığınızı bir nebze olsun düşündürmek istedim. Az da olsa sizi rencide ettiysem ne mutlu bana.

A.A : Ayşe ARMAN.
Ben : Bildiginiz ben.
Adam : Emekli Öğretmen.
-------------------------------------------------------------------------------------
A.A : Merhaba Volkan! deri ceketin güzelmiş.
Ben : Teşekkür ederim, yeni aldım, acayip pahalı.
A.A : Seninle röportaj yapmak istiyorum ama aklımda herhangi bir soru yok.
Ben : Benim aklımda da cevap yok ama bir şekil idare ederim dedim.
A.A : Ee Nasıldı askerlik.
Ben : Valla herşey güzeldi de, helikopterden helikoptere atlarken jarjör değiştirme de zorlandım biraz.
A.A : Jarjör?
Ben : Uzatma diğer soruyu sor.
A.A : Kapıyı tekmeleyip yüzbaşının odasına girdin mi hiç ?
Ben : Yok yav, bizim üst devrelerden bir asker yapmış onu, kapıyı kırmış, yüzbaşı da inat etmiş taktırmıyor kapı.
A.A : ....
Ben : Sen bana inanmadın.
A.A : Ne inanıcam ya, mıntıka temizlerken gördüm ben seni. Fotoğrafını çektim.
Ben : Yasak değil miydi o?
A.A : Yasakmış, baktım kışladan füzeler havalanıyor, üzerime üzerime geliyor, koşarak uzaklaştım, füzeler peşimde ben önlerinde koş babam koş.
Ben : Ben attım onları.
A.A : Hahaha, ben de diyorum bu füzeler niye tembellik güdümlü.
Ben : Bu ayki yazını yazdın mı?
A.A : Burda soruları ben sora....
Ben : Soraman. Alem buysa kral benim, her annenin oğlu asker olur ama, her annenin oğlu tankçı olamaz.
A.A : Tankçı mıydın?
Ben : Hayır.
A.A : Ee niye öyle diyorsun o zaman allah allah.
Ben : İnternet kafedeki askerlerin nicki hep buydu. (Gülüşmeler)
Adam: Gülünecek bir şey varsa söyleyin hep beraber gülelim.
Ben : Abi ben dedim sana emekli öğretmenlerin okey oynayıp memleket kurtardığı kahvede yapmayalım röportaj diye.
A.A : Dur sen bi dur! ne diyorsun amca sen?
Adam: Ne amcası lan? ne amcası?
A.A : Lan.
Ben: Dur abi sakin ol.
A.A : Bırak. (İtişmeler)
A.A : Bak yaşına başına saygım var. (Kakışmalar)
A.A : Kimsin lan sen kimsin! (Küfür kıyametler)
A.A : Sansürle lan beni sansürle.
Ben : Tamam, gel kaçalım büyük dayak geliyor. Bırak hadi..........
A.A : Neyse işte bi gün yine askerdeyim, arka sokaklar izliyoruz 400 kafa, çatışma sahnelerini filan eleştiriyoruz. Çay söyledik gelmedi 10 saattir.
Ben : Allah aşkına ne anlatıyorsun sen ayşe ya.
A.A : Kesmesene oğlum lafımı, zaten bendeki şansa bak, elin kızı tabudeviren adamlarla sıcak sohbetler yapıyor, onun adı röportaj oluyor, aha bizimki de röportaj işte.
Ben : Ee napayım, gömlegimin dügmelerini açıp göğüs kıllarımı mı göstereyim, 15 ay bunun hayalini mi kurdun.
A.A : Neyse, ne yapmayı düşünüyorsun şimdi?
Ben : Ya abi dur bi şimdi, karıştırma. Son bi soru sorup kapatayım röportajı. Şap diye bir şey varmış diyorlar?
A.A : .....
Ben : ???
A.A : !!!!
Ben : Tıkadın işte röportajı, bırak kapat şunu.
A.A : Yemek yiyelim şurda, güzel buranın yemeği.
Ben : Yiyelim.

Not: Fanzin'e teşekkürü borç bilenler.

Das Leben Der Anderen


Ya istiklal Ya ölüm iken aşkta engin sekste bilgin biriyim. Lakin doğduğumdan beri ağlıyormuş gibi yaparım. Şekerlerimi karıncalar yemiyor, harçlıklarım koynumda durabiliyor, annem 'benim yakışıklı oğlum' diyerek severken, babam ekmeğin yerini soruyor.


Akıl hastasıyım ama ne de olsa çekici bir gizemim var. Ben akıl hastası olsam öyle olurdu. Hiç konuşmazdım konuşunca da süper laflar ederdim. Yoksa süperimdir. Çok akıllı ve içli olduğum için delirdim hep ben zaten. Yoksa ohooo ne cezmi ersözler var bende benden içeri. Yalasalar hep ben çıkaracam onları dışarı. Yalnızlığımla baş başayım ben. Cezmi ersözler var bi de. Bi de şizofrenim. Ordan da iki karakter daha gelse ohooo. Yalnızlığın soğuk uçurumlarına yuvarlanırken bir tavla atalım mı bebek. Bak bunlar hep işte akıl hastası lafları. Yazayım bunu da. İçimdeki cezmi ersözler sakalınızı kesin artık

Lanet olsun dostum, lanet, aklım çok karışık. Evet hala bir aklım var. Ama biraz yanlış işliyor sanırım. Arada vuruyorum falan düzelsin diye ama yok. Çok cızırtı yapmaya başladı lan. Arada görüntü gidiyor garipten sesler falan geliyor. Sonra ekrana üşüşen karıncaları izliyorum. Ne zevkli lan onları izlemek. Valla bak bigün beraber izleyelim. Uzun zamandır teklif edemedim bunu sana. Ama ne zamandır sana içimi dökmemden anlamalıydın. Sana çok bağlandım ben .Alt alta çizilmiş dümdüz çizgilerin ne de hoş... buruşturulduğunda çok seksi olduğunu söylemişmiydim daha önce sana.. bana kalbin gibi bu tertemiz sayfayı açtığın için teşekkür ederim. Muahhh Muaahh, oyh bana bişeyler oluyor.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Mahsuscuktan Gör


Günaydın boklu;

Bu gün yeni bi Dünya'ya uyandığını farzet, mahsuscuktan. Diyelim ki bir gezegenimiz olsun, adını selena'dan almış 'ütopya'. Burada da insanlar yaşıyor olsun, ama zinhar yanlış anlaşılmasın, bizdeki gibi eşsiz bucaksız insanlık nerde? yok tabii ki ve zaten ütopyalılar da biraz tuhaf insanlar gibi geliyor bana, laf aramızda. Çünkü öyle hoşnutsuz bir uygarlık kursunlar ki bunlar, normal sayılabilmek için içgüdülerini bilinçsizce yok saymak zorunda kalsınlar, inkar etsinler, görmezden gelsinler. Gelsinler ama, içgüdüleri de onları görmezden gelecek değil ya, bilinçaltında tasarruf etsinler kendilerini. Kimileri bastırabilsin içgüdülerini, kimileri arada kalsın, kimileri başarısız olsun. Bu beklentiler o kadar katı olsun ki, uyamamak, uyamayan kişi tarafından da kabul edilemez olsun ve sapık da olsun herkes, olmamaya çalışanlar da hasta olsun. Likit fonlarında hesabı bulunanlar güdülerini bozdurup başka şeylere çevirip çaresizce tatmin etmeye çalışsın da haberi bile olmasın.


Siz de benim gibi mi eğitim aldınız ? yoksa hatırlamadınız mı, tarih hocalarınızın insanlığın gidişatını büyük liderlerin verdiği kararların değiştirdiğini söylediğini, sürtük yalan söylüyordu.


İskender mi ? - Siktir et.
Kanuni Sultan mı ? - Siktir et.
Mahatma Gandi ? - Siktir et.
Belki de Sezar'dır? - Siktir et.

Dünya sizin ve benim yüzümden dönüyor, bilinmeyen kişiler yüzünden.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Bana Deli Diyen Dali Gözlerin Kara Değil Mi ?

Lafı uzatmadan, dolandırmadan hemen konuya giriş yapmak istiyorum bu sefer. Fazla vaktim yok çünkü, son günlerde daha mı sık koyuluyor bu laflar bana, hı?

Cevap vermene fırsat vermeyeceğim ama. Bu soru senin susarak yanıtlaman gereken sorulardan biri. Sadece gözlerini kısıp anlamlı anlamlı bak bana. Dudaklarında gözükmesin. Daha karizmatik olursun.

Yaşadığım şeyleri hangi akıllı yaşardı? ya da hangi deli kabul görürdü bu tüm yaşananları? ya da bu yaşadıklarım sadece bir delinin hak edeceği şeyler miydi? bu konuda bir fikrin var mı? hayat ibneliğini sadece yatak odasında göstermiyormuş. İbne deyince hep aklıma yatak odaları geliyor biliyor musun? son dakika golleri filan.

Yedim gene bir gol. Bense kalem olduğunu bile farketmeyen kaleci üniformalı bir şişko. Ha o zaman hayat top öyle mi? peki ben ne zaman o topa vurup gol kralı olacağım? kalemi onarınca mı? ama sanırım önce şu yırtık kramponları onarmak lazım ha, baksana çizgili çoraplarım meydan da. Burada deli gülmeli ya da ağlamalı. Ama bilemedi şimdi. Bilse akıl hastası olmazdı değil mi?

Kafamı toparlıyamıyorum şu sıra. Aklımda bir sürü şey var; yapmak istediğim, yapmam gerektiğini düşündüğüm ama neresinden başlıyacağımı bilemediğim şeyler. Bence en önemlisinden başlamalıyım. Kendimce hedeflerim ve o hedefler doğrultusunda vizyonum var. Vizyon diyince aklıma sivrisinek geliyor hep, vızz vızzz. Yaz geldi uyutmaz bu ibneler bizi artık. Neyse, he en önemli hedefimden bahsediyordum sana. Söylüyorum sıkı dur! uzaylıları dünyaya indirmek taraa ra raaam! ilk hedefim bu evet. Gelsinler kardeş kardeş yaşayalım şu 3 günlük dünyada, bilgi alış-verişi yapalım.

İkinci hedefim kurbağalar. Hepsini öpüp asıl prens hangisi onu bulmak istiyorum. Prensi bulduktan sonra kankardeşi olmalıyım diye düşünüyorum. Anlayacağın hedeflerim büyük ve dünyaya faydalı şeyler. Bana şans dile. Evrene sinyal gönderiyorum şimdi uzaylılar gelirse bekleme beni daha.

Beni unutma uzun bi süre görüşemiycez. Öptüm akşam görüşürüz.

2 Mayıs 2010 Pazar

Biraz da Benden Bahsedelim


1868 yılında mekkede dogdum, 11 yaşında konsamatris olarak başladığım tavernacılık hayatına 16 yaşına kadar devam ettim. 16 yaşında medineye göç etmek zorunda kaldım, medine de ölümsüz aşkım gazinocular kralının genç oğlu külhanbastıyla evlendikten sonra 2 çocuk dünyaya getirdim, sonra yedik onları, külhanbastıyıda öldürdüm, bunu duyan babası peşime düştü, arka sokaklara kaçtım ben de. Dizi çekiliyormuş orda da kanal d de oynuyoruz abi dediler. Ben de yoldan sapıp başka bi sokağa girdim, iki tane kedinin birbirine bağırışmasına şahit oldum. Hemen araya girdim tabi. Yapmayın, etmeyin beyler ayıptır dedim. Miyav miyav falan dediler. Bağırıp çağırdılar. Bende sinirlendim ikisinide ısırdım, baktım bu yol yol değil eve döndüm, tesadüf o ki halka 2 vardı televizyon da. Gece vermişler korkayım diye. İlk filmde aklıma takılan şeyler bu filmde de takıldı mesela. Bizim sırma saçlı kınalı yapıncağımız samara var ya hani o çocuğun içine kaçmış lan. Annesi onu hastaneye yatırdı mesela. doktor ona akıl hastası muamelesi yaptı. Yıllardır küçük çocuklar babalarını, erol taş'ı, spaydırmeni falan örnek alıyolardı idol olarak benimsiyolardı ya. O dakikada içine samara kaçan çocuk benim idolüm oldu. Ortak bir noktamız var bikere. Bana da akıl hastası diyolar. O yüzden dikkatle izledim filmi. Özellikle çocuğun hareketlerini. Aynılarını ben de yapacağım. Bi karede doktor geliyor çocuğun yanına. Çocuk sana bişey göstertçem diyor bakıyor aptal aptal. Sonra kadın kendi boğazına iğneyi saplıyor. Kendi iradesiyle, saplarken çocuk 'sakın durma' dedi ayrıca. Aynısını ben yaptım. Sana bişey göstertçem dedim bizim temizlikçi kadına ve tırnaklarımı incelemeye başladım. Çocuk da oralara bakıyordu çünkü. Baktım... Baktım... Sonra temizlikçi enseme Bi şaplak attı 'hadi lan zamanımı alma ne gösterceksen göster' dedi. 'sakın durma' dedim. Tokat manyağı yaptı beni.
Bir de annesinin rüyasına falan girdi. dedi ki 'onun nereden korktuğunu biliyorsun anne'. Bi anda küveti gördüm. Bir sürü su hep. Boğ beni diyor yani çocuk. Enteresan. Ben o kadar diyemedim ama. Çağırdım doktoru. 'beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar' dedim. Tepki vermedi.
İllaki samara mı kaçmalı içime anlamıyorum ki.

Telefon çaldı sonra, heycanlanmayın arayan babam degildi. Adriana lima, hani dedi gitmiyor muyuz paris'e, ben ibiza' ya gidelim dedim, o paris. Tutturdu bi paris kodumun karısı bir haftadır. Yemek falan yedik işte. Restorantta zidane ve eşini gördük hatta, çökmüş herif. juventus 'ta beraber oynardık, hep beraber üzüldük bu duruma. Bu arada birkaç saat önce polisler evimi aramaya geldi. Bu ergenekon olayının iyice suyunu çıkardılar. Emekli orgeneral adamın evi aranır mı arkadaş ? çocuklar çok korktu tabi. Ama ben metanetimi korumalıydım, hemen onları yatak odasına gönderdim ve darbe planımı başkomser tuncay'ın eline verdim. Chavez aradı hayırdır dedi, dedim rahat ol bana bişey olmaz. Yarın çocuklarla balığa çıkıcaz ben hafiften kaçayım. Ankara 'yı bu yüzden seviyorum işte. Tarihi güzellikleri, boğazı ile bambaşka bir şehir hakikaten.
Yazımı sonlandırırken tokyo eyaletinden güzide parçayla siz sevgili okuyucularımın arasından ayrılıyorum.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Efes Pilsen Blog Yazarı


İki çoçuklu bir ailenin en küçük ferdiyim. Prezentabıl bir ailem vardır. Babam emekli, annem ev hanımı. Gözlüklü, çok bilmiş, her lafa cevabı olan çoçukların baya bir revaçta olduğu dönemde, babam tarafından 'sen bilim adamı olacaksın' bizi iyi şartlarda yaşatacaksın diye gaza getirildim. Ama ben ise mahhalle arkadaşlarımla sokaklarda amaçsızca gezmek, sınırsız çitoz, tombi yemek, gol atan kaleci oynamak istedim. Babamıda kırmak istemedim ama. Kitapların içine attım kendimi çok çalıştım. Genede ilkokul öğretmenimin çok zeki ama çalışmıyor triplerine maruz kaldım. Akraba çoçukları 25 soruluk hayat bilgisi testlerinde 26 doğru yaparken ben 3-5 doğruyla yetiniyordum. Babama hep 'kaydırdım, kaydırmasam hepsini yapmıştım baba' diye kolpa sıkıyordum.Bunlara rağmen benimde başarılarım vardı tabi. İki mahalle arası tetris şampiyonluğum, halleyi tek ısırışta yeme, super mario da prensesi ilk kurtaran çoçuk olma gibi yüksek derecelere sahiptim. Babamın bunlardan haberi yoktu tabi. Çünkü babam sokak çoçuğu olmamı istemediğinden anlatamazdım ona bunları.Yaşım ilerledikçe hala baba parasıyla bol keseden harcıyordum. Sürekli bilgisayar başında olduğumdan babam beni bişeler üretiyorum sanıyordu. Ona msn messsenger, paint, fotoşop gibi programları benim bulduğumu söylüyordum. Babamda kolpadan anlamasada anlamış gibi yapıp 'helal yavruma' diyip giderdi.Şimdi değerli bilim adamları, mucitler ve esef pilsen düşünürleri. Benim gibi özel bir insanın yeryüzünde varlığı hepinize birer armağan, bunu değerlendirip şükretmenizi istiyorum. Beni pahalı hediyelere boğun, şatafatlı lokantalarda aperatifinden, tatlısına yemekler ısmarlayın, nietzsche' yi getirin ki masaj yapsın ayaklarıma, bir zeplin kiralayın bana, 'istanbul ayaklarımın altında' diye naralar atayım, yandan bir jet geçsin, "Dünya Bize Güzel" yazsın o arkasından bıraktığı suni bulut öbeğiyle, fotoğraflarımı yakalarınıza takın, meali saygı ise, saygı gösterin, yüceltin, önümde secdeye yatın, üç kez alnımdan öpüp, fırına koyun. Mübalağa ettim sanki biraz? asıl maksadım yapılan harcamalarla anaparacı sisteme, size değil. Kapiş.

30 Nisan 2010 Cuma

Deli Günlüğü


Sevgili doktor, naaber? doktor olmak da ne sıkıcıdır şimdi.

Bugün ne mi yaptım doktor? neden bugünü sordun anlamadım ki. Şimdiye kadar ne yaptım ki ben? başıma huni takmadım hiç mesela. O kadar akıllıyım ki siz başımda huni var sandınız. Bana şimdi çıkıp da, hiçbir deli, deli olduğunu kabul etmez zaten, deme. Ben deliyim ki zaten. Akıllıyım ama. Bak mesela ben bugün, sen neden böylesin onu bile düşündüm. İçinden 'sen sorasın' diye demek geçti değil mi? biliyorum. Ama diyemezsin, dersen sen de deli olursun değil mi? ben bunu diyorum işte. Aklıma geleni söylüyorum. Lan deli olmak o kadar da zor değilmiş. Zor muymuş yoksa? lan deli olan benim. Heralde ben düşüneceğim bunları. Bak mesela ben bugün senle aramızdaki ilişkiyi düşündüm durmadan doktor. Sen neden doktorsun? ben neden deliyim? bu arada, size doktor diyebilir miyim? cevap verme, dersem derim ben. Bak düşündüm bunları. Şimdi senin bir sürü delin var. Benim sadece bir doktorum var. Nasıl bir adaletsizlik lan bu? bak sanki sen benle dalga geçiyor gibisin de neyse bir şey demiyorum. Bak düşündüm aramızda geçenleri ben. Aslında sen de seviyorsun da sen erkek gibisin be doktor, bin tane hastan var belki. Aldatıyorsun beni be doktor. Ben napayım? bütün gün burda böyle senin gelmeni bekliyorum. İnsaf be doktor. Sonra gelip biraz durup gidiyorsun. Bir kahve bile ikram edemiyorum sana be doktor. Aslında bak ne dicem, elimde olsa kurarım playstation'ı mario oynardıkta da izin vermiyorlar bize burda. İzin vermiyorlar derken, laf çarptım sana anlarsın heralde, salak değilsindir o kadar da. Neyse doktor, lafı çok uzattım. Ben bugün sigara bile içemedim. Alkol bile alamadım. Bak ben düşündüm bunları. Ne demişti yıllar önce fayt klab' ta o sarışın adam? ne demişti, her şeyimizi kaybettiğimizde, özgür oluruz mu demişti ne. Ben özgürüm. Bak neyim var ki? sadece ben varım ve yine ben. Dememiş miydi o adam; sen üniforman değilsin, sen bankadaki paran değilsin diye? senin de bir şeyin yok aslında bak. Ama var sanıyorsun, o yüzden sen özgür değilsin be doktor. Siz delilerin arasında olmaktansa burda kapalı bir yerde bunları düşündüm ben bugün.